13 Mayıs 2009 Çarşamba

ne denir?

buna bokuna bulanmak denir, eşşek misin denir? "hayat bir pinpon topu değildir" denir. çocuk musun? denir. kazık kadar kadınsın ne saçmalıyorsun da denir.. ama gel gör ki yüreciğim acıyor, gözümden yaş dinmiyor.. bahar geldi filan ama hikaye.. benim hayatım altüst olmuş, lime lime olmuş, ne yapacağımı şaşırmışım, evimden, kedimden, biricik yatağımdan uzaklarda kendimi bilmez halde ağlama krizlerine gark olmuş, hiç beklenmedik bir anda gol yemiş salağın biriyim. bu da böyle biline.

12 Mayıs 2009 Salı

lay lom bom istanbul

ilk sevinç sarsıntısını geçirdikten sonra açıklayabilirim ki biz birer deli kişiler olarak döndük geldik istanbul kürkçü dükkanına.

"neler oldu, nasıl gelişti?" bunun pek bir önemi kalmadı.

şimdi sahipsiz, başıboş kediler gibiyiz. henüz eşyalarımız gelmedi. taşınmak çok zahmetli bir süreç. psikolojik olarak en yıpratıcı süreçlerden biri diyelim. şimdilik bunları düşünmüyorum.

1500 lük bir puzzle beni bekliyor. akşam harun ile yapmaya başladık.
gustav klimt "yaşam ve ölüm"
şarap eşliğinde klimt' e içiyoruz. hoşbulduk klimt. bak biz geldik.

bu arada şimdilik yaşamdayız... ölüme çok var...


4 Mayıs 2009 Pazartesi

yuppiii

yuppppiiiiiiiii....
çok mutluyum çok sevinçliyim ...

26 Nisan 2009 Pazar

yeni yeni

sezen günlerime renk katıyor, sabah kahvaltıları yapıp sonra atıyoruz kendimizi sokağa. sokağa dediysem parklara, bahçelere, yeşil alanlara.. herkes çalışırken ben çimlere basıyorum, muhteşem oluyor yalan yok.

ama şu var ki bir kanaldan istenilen şeyler elde edildiğinde diğer kanaldan bambaşka şeyler kaybediliyor. edirne'de yaşam bir yandan çok şahane akarken reel dünyada sıkıntıların ardı arkası kesilmedi. istenilen sağlıklı standartları yakalamaya dair inanç kaybedilirse atılan bir adımın gerisi gelmiyor.

şimdi evet yeniden istanbul yaşamına geri dönebiliriz. şimdi yeniden taşınma telaşı vsvsvs..

önce iş meselesini çözmemiz gerekiyor. devamı haftaya...

2 Nisan 2009 Perşembe

dizi gibi

üstü kapalı cümleler kurmak istemiyorum ama her şeyi açık açık da ifade edemiyorum. edemiyorum çünkü hayatımda yerinden oynayan taşlar, buraya taşındık taşınalı yerlerine bir türlü oturamadılar. oturamadıkları için hali ile yaşam da benim için akan bir şey olmaktan çıktı ve beklemeye dönüştü. beklemek en zor ve en zahmetli işlerden biri. ne gidebiliyorum ne de kalabiliyorum, ne açım ne de tok, ne temizim ne kirli. herşeyin ortasındayım. rengini belli etmeyen kişilere çok kızarım oysa, öyle misin böyle mi kardeşim? söyle bilelim. ne şiş yansın ne kebap düşüncesinde olanları tırmalayasım gelir. gerçi benim durumum onlardan farklı gibi ama olsun, canım sıkılıyor işte. böylesi günlerde ellerim tuşlara gitmez oluyor. yazamıyorum.

sanıyorum insan hayatının belirli dönemlerini belli boğumlar karşılıyor, karar anları çıkıveriyor ve insan yıllarca süre gelmiş şeyleri değiştiriveriyor. sonra yeniden yıllarca süre gelecek şeylerin oluşması için sular duruluyor ve dalgasız günler başlıyor. bu periyodik süreç her bünyede farklıdır belki, ben kendi boğumumla mücadele ediyor ve düşmanımı tanımaya çalışıyorum. bu düşman karşıma 2000 yılında çıkmış ve hayatım deyim yerindeyse tepetaklak oluvermişti. sonra bir koltuk, bir masa, bir yastık, bir yorgan, bir tuğla, bir taş, bir kilim, bir kiremit derken örüvermiştim o altüst olan yaşam alanını. evet buraya taşınarak bütün o zahmetli uğraşları geride bırakıp yeni bir başlangıç için kolları sıvadık ama nedense burada o evi dermeye çatmaya gerekli malzemeler eksik sanki, sanki harç tutmuyor burası, bu kent beni dışarı dışarı kusuyor.

kendi hayatımda olup bitenleri dizi izler gibi izliyor ve haftaya neler olacak merak ederek bekliyorum. bu dizinin yönetmeni ben değilim şu an, senaristi olmadığım gibi. sıradan bir izleyiciyim sadece hepsi bu.