15 Eylül 2011 Perşembe

Sabah Uyandım

Sabah uyandım. Şu son 4 günü yok saymaya meyilliyim. Bu iyi. Çok iyi.

Pazartesiden bu yana izinliyim. Pazartesiden bu yana yok gibiydim, şimdi şimdi var'a dönüşme çabası içindeyim. Dün doktorumdaydım. Anafranile tekrar başladım. Hayatın içindeki kötülükleri süzen bir güç yok, yok olduğunu kabullenemiyorum.

En büyük abim, pazar sabahı nerolojik bir nöbet geçirmiş, ilk kez. İlk teşhis dilim varmıyor ya, epilepsi gibi görünüyor. Şimdi tüm tetkikleri yapıldı, dün gece yarısı bir teste daha girdi, tüm sonuçları toparlanıp buradaki profösrlerden birine gösterilecek. Kesin tanı konulana kadar ilaç alıyor. Ailemizde, etrafımda bu hastalığı yaşayan tanıdığım kimse yok. Şaşkınım. Kabullenmeye çalışmakla geçen bir dört gün yaşadım. Ailedeki herkes çok korktu korkmasına ama ben onlardan biraz daha farklı olarak anksiyete halleriyle geçirdim günlerimi. Annem mesela turşu kurdu iki gün önce, ben yatak odasına yerleşip büzüştüm, tek bir noktaya asılı, binlerce soru, ya ilaçlarla birlikte nöbet geçirmeye devam ederse.

Bazen olaylara iyi yanından bakmayı denemek şart, ambulans 3 dakika içinde kapıdaymış, başka bir şehirde olsak şu üç günde yapılan testleri belki 1 ayda yapılabilecekti, doktorlara ulaşmak bu kadar kolay olmayabilecekti vesaire...

Sevgili doktorum Mehtap Hanım, artık benim durumuma da hakim, her şey yolundayken iyi olduğumun, raydan çıkan en ufak bir durum karşısında çok ama çok bocaladığımın farkında. Kendisine dedim ki, "tüm dünyamın ışıklarını kapatıp bir odaya giriyorum ve o odadan çıkamıyorum." Mehtap Hanım, odadan çıkma noktasına kadar herşeyin normal olduğunu söyledi, Anafranil bu sabah anlıyorum ki iyi geldi.

Bir diğer gelişme şu, ilaçlarla birlikte terapiye başlamamı önerdi. Kabul ettim. 28 Eylül'de ilk görüşmem olacak psikologla. Bugüne kadar terapiye başlamamış olmam bile hata, tek başına ilaçlar sadece bir şeyleri örtüyor. İlaçsız yaşadıklarım işkence. Çıkmaz sokak. Sanırım böyle olmayı kabullenip ilaçlarla bir süre daha devam edeceğim, şimdilik öyle görünüyor.

Sabah uyandım, cumartesi akşamından bu yana iştahsız geçen yemek sürecimi, krem peynir ve grissini ile iştaha çevirmeye çabaladım, Pirinç önüne yuvarladığım kayısı çekirdeği ile pıtır pıtır koşup oynarken tatil planım olan kitabımı elime aldım. Yazın bu son günlerinde, balkon kapısı ardına kadar açık, etraftaki inşaat seslerini, yaşamın devam ettiğine işaret olarak algılayıp Karamazov Kardeşler'in sayfalarını usulca çevirmeye başladım.

Ben klasikleri okuma konusunda çok geç kaldım oysa, ilk gençliğim onları okuyarak geçmedi. İnsanoğlu böyle, hep bir şeyler ıskalanıyor, ister istemez.

Bu on günlük tatil planımız böyle değildi, Oğuz da tatile çıkabilecek gibi duruyorken, şartlar izin vermedi, bu yıl işte böyle, evin içinde, kimi zaman dışında, okuyarak, izleyerek geçsin, bir çok gün işe giderken şimdi evde kalsam şunu yapardım dediğim şeyleri yaparak.

1 Eylül 2011 Perşembe

Jan Svankmayer üzerine

Tesadüfler sonucu tanıştım kendisiyle, yani Svankmayer ile. Anladım ki, kısa filmleri ile tanınıyor. Henüz uzun metrajlı filmleri olup olmadığını bilmiyorum. Ben bugün Jidlo diğer adıyla Food isimli kısa filmini izledim. Film toplam üç bölümden oluşuyor. Breakfast, Lunch ve son bölüm Dinner.

24. İstanbul Film Festivalinde yönetmenin filmlerine yer verilmiş. Kendisi Edgar Allan Poe öykülerinden yola çıkıp filmler çekmiş, stop motion tekniğini en iyi kullananlardan, sanırım ilk kullananlardan, benim de çok sevdiğim Poe öyküsü "Usher Evinin Çöküşü" kendisinin elinden geçmiş. Ekşi sözlük yazarları, Poe öykülerini bozup yeniden yapmamakla, sadece bozmakla tanımlıyorlar kendisini.

Ben buraya seyirlik olarak Jidlo - Food filmini yerleştiriyorum. Svankmayer ile ilişkimizin gelişimini ayrıca bildireceğim.