8 Mart 2011 Salı

Yatmaya hazırlık, Cevdet Bey ve ortada kalan bir yazı

Dün akşam Oğuz kanepede uyuyakaldı. Ben yeni masa lambamın esiriydim o saatlerde ve henüz uykum gelmemişti. Oğuz'u ufak bir çocukmuş gibi usulca uyandırıp yatağımıza yatırdım, kapıyı da benden kaynaklı çıkabilecek olası sesleri engellemesi amaçlı kapadım. Evde bir sessizlik var -şimdilik- Pirinç yanıbaşımda, taburenin üzerinde önce mırıl mırıldı, sonra sessiz, anlaşılan derin uykuda. İşte bu şekilde geceyarısını karşıladım, evin içindeki huzurun tadına da vardığıma göre dedim ki, Oğuz nasılsa ışıktan rahatsız olmaz, olmaz ayol biliyorum, ben en iyisi yatağa şöyle bir uzanıp kitap okurken uykuya dalayım. Biz ne zaman uyumak üzere hazırlık yapsak eşşeksıpası pirinç kuduz hapı yutmuşçasına hoplayıp zıplar. E biz bütün gece evde ayaktayken ve gözümüzden uyku akmıyorken sen nerdeydin ey kedi. İlla biz uyuma arefesindeyken katır kutur mama yer, su içer, çişini de yapar gecenin sessizliğinde, çişşşş sesi evet kulaklarımıza gelir, duymak yetmez, bunun ikinci raundu kumun içinde boncuk bulma oyunudur. Ehhh. Boncuk bulamaz kumun içinde elbet, sonra hoplaya zıplaya kum kabından çıkıp paspas yolluk ne varsa kaydırarak koşar, ya sabıır. Ve yatağa çıkar. Zannedersin ki koyup kafasını uyuyacak. ama yok. Daha tüyler taranacak. Fıttırı fıttırı yalanma süreci başlar. Yatak evet sallanır. Uyku kaçar, ışık yakılır, pirinç yalamayı bitiremediği tüylerinden kafasını kaldırır ve birden aydınlığa çıkmış gözleri ile sorar, "ne var?" e elinin körü var. İşte dün akşam da buna benzer süreç yaşandı, benim uykum henüz yok ama Oğuz uyuyor-du, ışıktan rahatsız oldu, bence külliyen yalan. Ben tanımaz mıyım kocamı, Pirinç diyemiyor da ışık diyor. Kapadım ışığı elbet. Benim için kaçmaya yüz tutmuş, ha kaçtı ha kaçacak uyku inci değerinde. Çok pahalı. Kendimden bildiğim şeyden yola çıkarak işaret parmağımı kitabın arasına sıkıştırıp Pirinç'e de hep senin yüzünden bakışı fırlatıp odayı terkettim. Pis Pirinç. Kitap okurken şöyle elini uzatıp ışığın düğmesine pıt yapmak varken şimdi oda değiştireceğim, üstelik uyku gözlerimden akarken banyonun önünden geçeceğim ve çişim var mı yok mu sorunsalı yaşayacağım. Önce bir yok diyeceğim, çünkü olsa bile yapmaya üşeneceğim, sonra bir var diyeceğim, aslında azıcık var ama sabaha kadar yine uykumu bölerse bu çiş. Hep senin yüzünden Pirinç!
Elimde yeniden okuduğum bir kitap var, henüz çok başlarındayım. Cevdet Bey ve Oğulları. İkinci okumam esnasında ilk şaşırdığım, Cevdet Bey henüz evli değilken, Sirkeci'deki dükkanına Cevdet Bey ve Oğulları ismini vermiş meğer. Bu detay benim ilk okumamda dikkatimden kaçmış nasıl okuduysam artık. Ya kız olursa korkusu yok adamda. O derece gelecekten emin.

Dün akşam okuduğum bölümde Cevdet Bey arkadaşı Fuat Bey ile Serkldoryan Kulübünde buluştu. Yemek yediler. Konu döndü dolaştı Cevdet Bey'in abisine geldi. Abi Jöntürklerden. Siyasetin tam göbeğinde. Hürriyet gelsin, Abdülhamit gerekirse alaaşağı edilsin istiyorlar. Cevdet Bey ise malumunuz tüccar. Hatta dönemin sayılı müslüman tüccarlarından biri. Ticaret o günlerde Ermeni ve Yahudilerin elinde. Kendisi  siyasete hiç bulaşmıyor, abisinin tam tersi padişaha karşı gelmeyi aklına dahi getirmiyor. Derdi yuva kurmak, işini büyütmek, çolukcocuğa karışmak. Asıl alıntılamak istediğim Fuat Bey ile yapılan konuşmanın en canalıcı noktası yani şurası.

"beni siyasete çekmeye çalışıyorsun. Seni bilmem ama ben siyasetle ilgilenmem.!" dedi Cevdet Bey. "siyaset ayrı iş, ticaret ayrı. Benim hayatta siyasi isteklerim olmadı. Ben o işleri doğru bulmuyorum."

"İşte gene senin o ya hep ya hiç anlayışın. Sana biraz geniş ve esnek olmayı öğretemeyeceğim. Sana göre hayatta iki türlü anlayış vardır. Ya bir şeye karşı çıkarsın ya da benimsersin. Arası yok! Ağbin de öyle. O karşı çıkıyor, anladığım kadarıyla karşı çıkmayı o kadar ileri götürmüş ki, en sonunda yaşamaya bile karşı çıkar olmuş. Şaka sanıyorsun ama öyle. Bu sizin huyunuz. Sen de bir ticaret biliyorsun, bir de aile düşünmüşsün, gerisine boş veriyorsun, karşı çıkıyorsun. Ama öyle değil ki. Her zaman bir üçüncü yol vardır. O da uzlaşmaktır. Sen de ağbin de bunu öğrenmelisiniz... Birbirinize ne kadar yakınsınız farkında değilsiniz!

Dün akşam okuduğum bu kısımdan etkilendim evet ama şimdi bu postu nasıl kapatacağımı da bilemedim. Gazetede köşe yazısı yazıyor olmadığıma göre, -hoş zaten yakında gazetelerde köşe yazarı da kalmayacak- başladığım her postu adabına uygun kapatma zorunluluğum da yok, Cevdet Bey ve Fuat Bey'in konuşmasını öyle ortada bırakıp gidiyorum, Californication 4. Sezonu kaldığımız yerden devam edeceğiz.

7 Mart 2011 Pazartesi

Pürüzsüz yaşam yoktur dedi içimdeki kadın

Nerede okudum anımsamıyorum, Televizyonda geçenlerde gündüz programlarından birinde "Bayan Hastalıkları" konu edilmiş, Toplum olarak KADIN hastalıkları diyemediğimiz sürece geriyiz, yola hep gerilerden devam edeceğiz.

Bunu birimizin beşimizin aşmış olması yetmiyor ki, Kadın olmanın güzelliğini, ötesini, berisini anlatmadıktan, yaşatmadıktan, hissettirmedikten sonra... Dilimiz toplum olarak Kadın demeye varmıyor. Hala bir önceki levelda kaldık, kadın - kız ayrımı gelip hayatımızın en olmadık yerine ediyor.

Son günlerde hava durumu haberleri ön planda. Kar geliyor uyarısı yapıyor haber kanalları. Mynet'te bir haber var. Güneşin tadını çıkarmaya bakın çünkü meteoroloji uyardı kar geliyor bıdıbıdı... Altta bir yorum var, aynen kopyalıyorum.

Fakir fukaranın ısınma problemi olmasaydı,soğuklar hiç bitsin istemezdim.En azından orasını burasını açıp tacizlere tecavüzlere davetiye çıkaran çakma medeniler ortalıkta dolaşamaz.

Şimdi sen olsan ne dersin bu adama. Hayata ve kadına bu şekilde yaklaşan, zihnini henüz bir milim eğitmemiş, eğitememiş, köhne ve karanlık bakışlı bu adama nasıl anlatırsın yanlış yerden durup baktığını, bakmaya dahi çalışmadığını, gözlerinin kapalı olduğunu, bir kadının pürüzsüz teninin sıcaklığını henüz tatmamış, güzelliğini görmemiş, mis gibi kokan saçların varlığını bilmemiş bu adama nasıl anlatırsın durumu. Nutkum tutuldu benim. Karşımda olsa nereden başlarım bilemedim. Yok yok başlamam çeker giderim. Nefesimi boşa tüketmem sanırım.

Pürüzsüz yaşam yoktur dedi içimdeki kadın. Ama sen yine de alışma bunlara. Sakın alışma ...

Ne istiyorum biliyor musun?

Bir arkadaşım, başka bir ortak arkadaşımız hakkında oturup hiç üstüne vazife değilken ahkâm kesmeye başladığında kulaklarımı tıkayıp oradan hızla uzaklaşmak istiyorum. Onaylamadığımız, takdir etmediğimiz, bizim olmayan davranışları görmeye tahammülümüz yok. İşte o tahammül çıtamız biraz yükselse, belki biraz daha katlanılır olacak aramızdaki iletişim. Ah evet bir de tek sesli olmaya itiyor insanı böylesi. Sanki tek renk, tek bir doğru, tek bir yaşam biçimi, tek bir düşünce varmış gibi...

Bunları söylemek istiyorum işte, kaçmak istediğim ama kaçamadığım zamanlarda. Başaramıyorum. Ha bir de bırak demek istiyorum, bırak yahu kendi doğrularını yaşarak öğrensin insanlar. Kendi duygularını yaşasınlar, kendi duygularından yola çıkarak tecrübe kazansınlar. Üzülsünler, zarar da görsünler, acı da çeksinler. Böylesi yaşam, steril bir odanın içinde kalmaktan ve acı çekmeden nefes almaktan çok daha iyi değil mi?

5 Mart 2011 Cumartesi

Bir Cumartesi Gecesi

Bugün nasıl güzel bir gün anlatamam. Yok yok güzel olan hava sadece, ülkenin gündemi malum pek bir karanlık. Bir de Blog meselesi var, Janis blogların yasaklandığını öğrendiği gün şöyle demişti facebook sayfasından. "Bugün Blogger, yarın Facebook. Öbür gün sabah kalktığınızda ağzınızda bir bantla uyanmayacağınız ne malum?" Ne kadar haklı. Gazetecilerin eylem yaptığı gün, bir gazeteci 15 ay hapis cezası aldı. Her an her şey olabilir. Ama yine de bu duruma alışamıyorum işte.

Hava diyordum öyle güzel ki, motorla işe gidebilirim. Gitmesine gittim de, gün içerisinde çalışmayı hiç istemedim. Güneşin altında uyumak, boş boş sağa sola bakınmak, zaman kavramını kurcalamayarak oturmak istedim. Hadi en fazla elime bir çöp alayım da toprağa filan şekiller çizeyim misal, o da bir zahmet.

Eve geldikten sonra mutfağa girdim, cevizli bir kek fırında, yanımda bilgisayar. Blues Brothers parçalarına Oğuz bayılır, ben abudik şekilde dans etmesini severim, işte öyle kendimce popomu kıvırtarak, kekin hamurunu hazırlarken etrafa dağılan undu şeker kavanozuydu, vanilin paketiydi işte bunları toplayarak masaya oturduk, yok canım akşam saati ama biz kahvaltı yapıyoruz, bugün cumartesi, evde sıcak yemek yok. Çayımız gayet güzel demli. Kekimiz sımsıcak.

Şimdi ben birazdan Oğuz'un yanına gideceğim, House izleyeceğiz. Ne de olsa henüz bunlar yasak değil, hazır gözlerimize siyah bantlar geçirilmemişken tadını çıkaralım.

Not: Engin Ardıç konusuna da değinmek istiyordum ama değinmeye de değmez diye düşünüyorum, öyle.