31 Temmuz 2010 Cumartesi

Temmuz Filmleri








27 Temmuz 2010 Salı

Ailecek hastayız

Ben çok geç haberdar oldum bu fransız yapımdan. Karamel Tv'deki yayın saatlerini de tam bilmiyoruz ama ne zaman denk gelsek gözümüzü kırpmadan izliyoruz. Genelde ardarda iki bölüm yayınlanıyor, karakterler 3d, görüntüler gerçek, sesler doğanın içinden. İnternet üzerinde de epey kayıt var, izlemediğim bölümleri oradan bulmaya çalışıyorum.

Eğer sen de tanışmamışsan bu şahane seriyi googlelamak, bir örümceğin hain planlarına tanık olmak ya da sümüklüböcek yumurtaları arasına karışan bir tırtıl yumurtasının gelişimine bakmak, bu küçücük, tefecik miniminnacık yaşamlara leziz görselliklerle belki ortak olmak istersin... Bu yüzden buraya not düşeyim istedim.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Kulaklarımda bir Baykuş'un sesi ve bana iyi gelen elleri

Bu hafta sonu kulaklarımla anlaşamayarak geldi ve geçti. Sevgili Baykuş'un reikisi bir ara işe yarar gibi oldu ama sonrası pek iç açıcı değil. Oldukları yerden koparıp atmak istedim, belki o zaman rahatlarım diye düşünerek. Onlarla bu kadar uzlaşamadığımız bir dönem olmamıştı. Görünmeyen eller kulaklarımı çekiyor ve canım acıyor diyorum Oğuz'a. Artık o da ne diyeceğini, ne yapacağını şaşırdı. Tüm olasılıkları düşündük, bir ara sebep olarak gözlüklerimi bile düşündük, gözlükleri çıkarmasına çıkardım ama acı devam edince sebepleri üzerinde durmaktan vazgeçtik. Bugün kulaklarım ve ben daha iyiyiz.

Baykuş yine Edirne sürprizi yapmaya çalıştı ama başaramadı. Beni yoklamak için aradığında, Edirne yolculuğuna çıkmak üzere olduğunun kokusunu tıpkı bir çakal gibi alıveriyorum. Sürprizini başarısızlığa uğratıyor oluşum Baykuş'un canını sıkıyor. Cumartesi eve geldiğimde mutfakta mezelerle uğraşıyorlardı Oğuz'la. Kısır da yapmışlar kenarda bekliyor, annem kek yapıp getirmiş, cumartesi akşamüzerini işte böyle karşılayıverdik. Sonra annemi uğurladık, biraz bilgisayarın başında takıldık ve masanın başına geçiverdik.

Sabah 5'e kadar devam ettik böyle, sabaha doğru Baykuş üşüdü ve bir temmuz gecesi üşümüş olmasına sevindi. Masayı topladık içeri geçtik, kaynattığım mısırlardan dişledik, Baykuş'un yatağında uyku öncesi sohbeti bile yaptık.

O kadar yolu bu kadar kısa süreli bir görüşme için üşenmeden kateden güzel gözlü, güzel kanatlı Geveze Baykuş'um. Seni uğurlamak her seferinde biraz daha zorlaşıyor. Bencilce ve sürrealist bir şekilde aynı kentin içinde yaşayalım istiyorum. Eh bu şehir İstanbul olsaydı şayet, şimdi görüştüğümüzden daha geniş aralıklarla görüşürdük ve toplamında daha az şey paylaşırdık. İnsanın birini - dostlarını - özlemesi ve yanıbaşında olmasını dilemesi kesinlikle çok insanca. Belki emeklilik günlerimizde hı? Kimbilir...

Önemli Gelişme : Bugün Sermin'i aradım, aradığımda Bodrum - İllionis sapağındaydı. Sesi neşeli. Dedim ki, bir konuda yardımına ihtiyacım var, malum senden daha iyi bir sigortacı da tanımıyorum, iki tekerlekli bir araç için trafik sigortasına ihtiyacım var! E sonrası malum, karşılıklı havalara uçtuk, bir iki gün içinde ruhsat ve plaka işlemlerini tamamlarım, e hadi bilemedin üç gün... Ağzım kulaklarımda dolaşıyorum diyeceğim ama kulaklarıma küsüm ya sırf bu yüzden bunu demiyorum.. Bulutların üzerinde dolaşan ve sevinçten çello filan çalamayan bir kedi görürsen bil ki o benim.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Daha iki sayfa okumuşken girdim Clarissa'nın koluna, Bond Sokağı'na doğru yürüyoruz


Mrs. Dalloway, çiçekleri kendi alacaktı.

Hem ne güzel bir sabah, diye düşündü Clarissa Dalloway, kumsaldaki çocuklara üleştirilmiş gibi taptaze.


... Böyle budalalarız işte biz, diye düşündü Victoria Sokağı'nı geçerken. Ancak Tanrı bilebilir neden böylesine sevdiğimizi, nasıl böyle değerlendirdiğimizi, usul usul kurduğumuzu, çevremizde büyüttüğümüzü, yıktığımızı sonra, her an yeniden yarattığımızı; ama en düşkünler bile, sokak kapılarına çökmüş o en iğrenç yaratıklar bile (ölesiye içen), aynı şeyi yapmıyorlar mı; başa çıkılmaz bunlarla, öyle kanunlar filan çıkararak, Clarissa kalıbını basardı, neden mi: çünkü yaşamayı seviyorlar. İnsanların gözlerinde, bu çalkantıda, avarelikte, itişip kakışmada; bu gürültüde, bu şamatada: arabalar, otomobiller, otobüsler, kamyonlar, güçlükle ilerleyen, itişen gezginci satıcılarda, bando sesinde, tepelerden geçen uçağın o utkulu, kulak tırmalayan garip tiz homurtusundaydı sevdiği şey: hayat, Londra, bu Haziran dakikası.

***
Evet işte böyle... Daha iki sayfa okumuşken duramadım taşıdım buraya. Öncelikle çevirenin Tomris Uyar olduğunu görünce tanıdık birini görmüş gibi oldum, çok sevindim, kitabı elime alana kadar bilmiyordum, edebiyatçı kimliği olan birinin çevirilerine daha mı sıcak bakıyorum ne... Tomris Uyar, malum Yaza Yolculuk ile gelip yerleşmişti hayatıma daha geçenlerde, "Ölen Otelin Müşterileri" hafızamda yıllarca capcanlı kalacağa benziyor, karakterler, yaz telaşı, akşam sohbetleri... Ah bir de kışın bir öğrenci yurdunda çalışan, yazın da otelde görevinin başına geçen aşçının ilk pişirdiği köftenin ne kadar lezzetli olduğu ama sonraki köftelerin o ilk lezzeti bir daha asla yakalayamadığı bilgisi... Neden bunu bu kadar önemsedim bilmem..

Hakkında çok şey duyduğum bir yazar Woolf, Clarissa ise elbette The Hours filmi ile gözümde ete kemiğe bürünmüştü ama okuması çok başka, gerçekten! Satırları ilmek ilmek okuyorum, yudum yudum içiyorum.

Kitap sonrası filme belki bir kez daha göz atarım, bakalım.

20 Temmuz 2010 Salı

16. Kitap : Sıcak Su Müziği : Charles Bukowski

Bukowski bildiğimiz gibi yine, kısa öykülerinde sürünüyor bu kez. Uzun zaman olmuş okumamışım, pek bir iyi geldi.

Kitapta Henry Chinaski karakteri var çoğunlukla, ayyaş, aylak, at yarışları oynayan, hiç bir şey olmamış bir adamın silüeti. Babasının cenaze töreninde babasının sevgilisi Henry’e “ona o kadar çok benziyorsun” dediğinde şöyle yanıtlıyor, “yüzeyde öyle. O rafadan yumurta severdi, ben katı. Etrafında insan olmasından hoşlanırdı, bense yalnızlıktan. Gece uyumayı severdi, bense gündüz. Köpekleri severdi, ben kulaklarını çekip kıçlarına kibrit çöpü sokardım. O işini severdi, ben aylaklığı.”

Öykülerle ilgili bir sıkıntım yok da elimdeki kitap içerisinde küfürlerin yazılışı esnasında kimi harfler yerine nokta konulmuş, maksat sansür gelip gözümüzü oysun, canım sıkılıyor. İnsan Bukowski okurken ağız dolusu küfürü görmek istiyor, niye sansür koyarsın ki sen şimdi bu adama, Bukowski'yi adabınla yayınlamayacaksan hiç yayınlama daha iyi, adam küfürbaz işte, Can Yücel şiirlerini yayınlamayı istemek ama içinde küfür de olmasın demekten farksız bir durum bu, bu benim fikrim. Chinaski bir yerde şöyle diyordu, "Biliyor musun Meg? Kötü olanla, bize kötü olduğu öğretilenler farklı şeyler olabilir? Toplum bize bazı şeylerin kötü olduğunu öğretip bizi köleleştirmeye çalışır." Hadi gel de sevme bu adamı.

En son alıntımı da aşağıya bırakıp gidiyorum.

Amerika’ nın dört bir yanındaki sabahın üçü sarhoşları, nihayet pes etmiş olarak duvarları seyrediyorlardı. Acı çekmek için ayyaş olmak, bir kadın tarafından sıfırlanmak gerekmiyordu , ama acı çekip ayyaş olunabilirdi. Bir süre, gençlikte özellikle, talihin senden yana olduğunu sanabilirdin, bazen senden yanadır da gerçekten. Ama senin farkında bile olmadığın ve senin aleyhine işleyen bir takım ortalama hesaplar ve kanunlar vardır, her şeyin yolunda gittiğini sandığın zamanlarda bile. Bir gece, sıcak bir salı gecesi o ayyaş sen oluverirsin, sensin o ucuz pansiyon odasında olan, ve daha önce o odalarda olmuş olmanın da bir yararı olmaz, daha da kötüdür hatta, çünkü bir daha bu duruma düşmemeye karar vermişliğin vardır. Bir sigara daha yakmaktan, bir içki daha içmekten, o sıvası dökük duvarlarda bir çift göz, bir çift dudak aramaktan başka bir şey de gelmez elden. Erkeklerle kadınların birbirlerine ettikleri insanın idrak gücünü aşıyordu.

Parantez Yayınları
Çeviren Avi Pardo

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Denizi izlemenin Sam Toft yorumu

Böyle denizi izlerken yanındaki ile sakin sessiz duru bir susmayı başarabilmek çok güzel, sonra durduk yerde günlük dertleri sahiplenip yanındakine akşama ne yemek yapsam diye sormak, soluklanmak, bakmak, bakmak, bir deniz şıpırtısının durağanlığında kaybolmak...









16 Temmuz 2010 Cuma

15. Kitap : Kırlangıç ile Tekir Kedi- Jorge Amado / Büyükler için fantastik bir aşk öyküsü

Dünya yaşanmaya değerdi
Eğer insan görebilseydi
Gün gelip kırlangıcın evlendiğini
Bir tekir kediyle
O ikisinin uçup gittiklerini -
Ve mutlu olduklarını
Sonsuzluğa dek birlikte

(Bahia’da Yedi Kapı Pazarı’ndaki halk ozanı Estévao da Escuna’nın dizeleri ve felsefesi)

Bahia neresidir merak ettim, sonra öğrendim, Brezilya’da eyaletlerden biri. Eyaletin başkenti Salvador. Amado 1912’de bu kentte dünyaya gelmiş ve hayata burada veda etmiş. Kitabın içinde yer alan illüstrasyonlara bayıldım, kitabı didik didik ettim ama kime ait olduklarını kitaptan öğrenemedim, oysa yayınevi bir not düşüverseydi keşke, evet internet benim emrime amade, arayıp bulamayacağım bilgi yok gibi ama böyle şeylerde de sanatçıya haksızlık edilmesin istiyorum, çizimler kiminmiş sonra öğrendim, Hector Julio Páride Bernabó. Kendisinin takma bir adı var. Carybé. Bir çeşit Piranha balığından ödünç almış bu ismi. Carybé, italyan bir baba ve Brezilyalı annenin oğlu. Çocukluğunu İtalya’da geçirmiş, 1919’da Brazilya’ya taşınmışlar, Bahia’ya ilk ziyaretinden sonra oradan çok etkilenmiş, etnik kültürü, mistik - dini öğeler ve gelenekler dikkatini çekmiş, canlı renkler eserlerine yansımış. Amado dışında Mario de Andrade, Gabriel Garcia Marquez ve Pierre Verger gibi isimlerle tanışmış Carybé, neyse konuya yani kitaba dönersek, ben bu kadar çok etkileneceğimi düşünmemiştim. Bittiğinde böyle ağlamaklı olacağımı da sanmıyordum, bir kedi ile kırlangıcın aşkına çok inandım. Kedi ve kırlangıcı sembol olarak da gördüm elbet. Bugün bile ne çok var di mi izin verilmeyen aşklar, bir “Türk” mutlaka başka bir “Türk” ile, Sünni elbette başka bir Sünni ile, asla bir ermeni ile, mümkünü yok bir kürt ile, ihtimal dışı bir alevi ile… Hiç evlenmemiş olanın şansı hiç evlenmemiş olandan yana olsun, evlenmiş boşanmış olanlar gidip başka evlenmiş boşanmışları bulsun… Var işte böyle örnekler duydukça üzüldüğüm, olmasını hiç istemediğim ayrımlar… Bırak bir kırlangıç değiversin kanadıyla di mi bir tekir’in patisine… Ama olmuyor işte…

Kitabın içindeki alıntılarım senin de merakını cezbeder belki kimbilir…

Bu öykü, hayvanların konuşabildiği, köpeklerin tasmalarının sosisten yapıldığı, terzilerle prenseslerin evlendiği ve çocukların dünyaya leylekler tarafından getirildiği, o çok eski ve unutulmuş zamanlarda geçen, bir varmış bir yokmuş masalıdır. Bugünlerde ise oğlanlarla kızlar bilinecek her şeyi bilerek geliyorlar dünyaya; doğmadan önce her şeyi kendilerine incelemiş olduklarından her çocuk en sevdiği duygusunu seçebiliyor: kaygı, yalnızlık, şiddet. Benim aşk öyküm ise, çok çok eskiden, her şeyin farklı olduğu zamanlarda geçmekte.

Sabah'ın, mavi gülü kazanmak için Zaman'a anlattığı öykü, kendisine Rüzgâr'ın arada bir içini çekerek yanık bir fısıltıyla anlatmış olduğu, Kırlangıç Hanım'la Tekir Kedi'nin öyküsüydü (...) Eğer bu öykünün güzelliği sizi duygulandırmazsa, kabahati Rüzgâr'a ya da Sabah'a bulmayın, hele hele akıllı Kurbağa, Doktor Honoris Causa'ya hiç yüklemeyin suçu. İnsan dilinde anlatılan hiçbir öykü, aslındaki o saf ve büyülü ifadeyi koruyamaz; Rüzgâr'daki şiir ve müzik yok olup gitmiştir çünkü."

İnkılap Yayınları
Çeviren İnci Kut

13 Temmuz 2010 Salı

Tutkunun peşinde giderken

Annem geçenlerde bir değişiklik yaptı da bize geldi, oturuyoruz karşılıklı. Tarlalara bakıyor yanıbaşımızdaki. Bugünlerde ayçiçek tarlaları kendini belli ediyor hemen. Resim gibi duruyor karşı taraf. Oradan buradan konuşuyoruz. Zaman zaman da susuyoruz, bir rüzgar esiyor mesela balkonda, ohh diyoruz. Bir ara tarlaların boşluğuna bakıp eskiden olsaydı diyor, bu tarlalarda bir sürü kişi çalışıyor olurdu günün bu saatinde. Oysa şimdi tarlalar bomboş. Çalışan filan yok. Beyaz yemenili kadınların yerini ilaçlar almış, tüm ayrıkotlarını ilaçlar temizliyor, çapalar artık küf içinde.

Biz böyle konuşurken konuşurken laf lafı açtı, üşenmedik hayaller arasında dolandık. Sonra annem aklına nereden geldiyse hani dedi sen motosiklet ehliyeti alacaktın. Haklı. Ne zamandır istiyorum. Ne bekliyorsun ayol, bekleme. Doğumgünü hediyesi olarak motosiklet de benden.

Bazen önüne imkanlar serilen ama onları değerlendirmeyen insanlara söylenir dururum, ahmaklar derim oturduğum yerde, o imkanlar olmasına rağmen kimbilir ne gibi engelleri olduğunu bilmeden atar tutarım bir nevi, şimdi hal böyleyken onlardan bir farkım yok görüyor musun? Neyse, motosiklet benim çok kolay dillendirebileceğim bir konu değil. Beni çok iyi tanıyanlar ne kadar meraklı olduğumu ve ne kadar çok istediğimi bilir. Konu hassas. Oğuz faktörü var. Kendisi benim her istediğimi yerine getirmek için çalışır, heveslerimin peşinden gelir, olmadık şeyleri denemeye meyillidir, yeniliklere açıktır, şahanedir ama motor konusu aramızda uzlaşamadığımız alanın en temel taşıdır. Pek konuşmayız bu konuyu. Ben onun tamam demesinin altında gerçekten ve içtenlikle tamam demesini beklerim. İki tekerlek ve hız gözünde büyüyor. O'nu anlamıyor değilim, ama işte. Tutku delilik alameti, kımıl kımıl. Kaşınıp duruyor içeride bir yerde, pirelenmiş gibi oluyor insan, içindeki bir yeri kaşımak istiyor ama mümkünatı yok, arzu edilen şey gerçekleşmedikçe, o kaşınma hissi bir türlü geçmiyor.

Annemin sahi noldu senin ehliyet işi diye sormasıyla başlayan süreci dün netleştirdim, kaydımı yaptırdım. 28 Kasım'da direksiyon sınavım var. Hissediyorum, gelecek bahar ağaçlar tomurcuklanmaya başlar başlamaz tüm pireleri kovalama konusunda başarılı olacağım. İçimdeki tüm kaşınmalara bir son.

Pink Panther'e mesaj : Senin yerin ayrı güzelim. Pabucun dama filan atılmaz merak etme.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

İki Kadın İki Durum Tek İstek

Yaşadıkları alanda insan ilişkileri açısından pürüzler yaşayan iki kadın var tanıdığım. Birbirleri ile alâkaları hiç yok.

Kendisiyle olan sorunlarının kaynağını dışarıda arıyor biri, ararken de sağa sola saldırıyor. Saldırılarından sonra ortaya çıkan olaylarda benden adil olmamı, tarafsızca -hani bir nevi hakem gibi- olayları yönetmemi istiyor, oysa olan biteni görmek için çok fazla uzağa gitmeye gerek yok, azıcık dikkatli gözlem durumun özetini çıkarabilir, elimden geleni yapmaya çalışıyorum ama söylemek istediklerimi söyleyemiyorum. Yutkunarak geçiyor hakemlik görevim, sivri dilimi törpüleyerek seçtiğim kelimelerin gücü başarısız. İnsanlık tarihinin sırtında inatla taşıdığı bir çuval var, dedikodu çuvalı. Bu çuval yakılsa günün birinde, belki her şey değişip farklılaşabilir. Öyle düşünüyorum.

Bir diğer kadın daha da beter. Barbie bebeklerinin bize emaneti. Mızmız bir tutumu var bir çok şeye. Ha diyeceksin ki sen hiç mi oynamadın bebeklerle, oynamasına oynadım ama oyuncaklarımın üzerine sinen yapış yapış bebeklik halini de alıp üzerime bir güzel kuşanmadım. Kaprislerin eşiğinde yüzüp giden tüm yaşamlara deyim yerindeyse acıyorum, gerçekten yazık. Mızmız ve kaprisli yaşamın kadim dostu, hani ayrıca cehalet denen hastalığın da yandaşı sabit fikir. Tüm bunlar bir araya geldi mi çekilmesi güç bir durum çıkıyor ortaya. Durumu anlattığımda, ama ikna olması için değil hani, nerede durup ne düşündüğümü özetlediğimde, "ben hatamın nerede olduğunu biliyorum ve bunu yaparken düşüncem şuydu" dediğimde, karşımdaki insanın hem barbie mızmızlığı ve kaprisi hem de sabit fikir algoritması ile bana cevap vermesine dayanamıyorum. Acaba diyorum dedikodu çuvalını besleyenlerle, barbie mızmızlığı yapanları, kendisine ayna tutmak ve durup "acaba karşımdaki kişi haklı olabilir mi, bir durup onu da dinlesem mi?" diye sormayanları, ah sonra bir de kendisini dünyanın merkezinde sanan aklıevvelleri bir çukura atıp üzerine toprak atmaya çalışsam, yok olmaları konusunda başarılı olur muyum?

8 Temmuz 2010 Perşembe

Hrant için Hrant için

12 Temmuz 2010 Saat 10.00 Beşiktaş İskele Meydanında

4 Temmuz 2010 Pazar

14. Kitap : Yaza Yolculuk - Tomris Uyar

Solda ön yüzü görünen kitabın daha büyük bir görselini buraya almak istedim ancak internette bulamadım, Tomris Uyar bir dönem Can Yayınları ile çalışmış ama daha sonra kitaplarını YKY basmış, YKY baskılı kitabın ön kapağını buraya koymak içimden gelmedi, sanki elimdekine haksızlık edecekmişim gibi... Kitap kapakları biraz da okuduğum kitapları benim gözümüzde karakterize ediyor, oysa içerik önemli bunu ben de biliyorum.

Öykü okumak, öyküyü sevmek zevkle ilintili. Elimdeki kitap hepitopu 110 sayfa. Ama içindeki bir öykü ile uzun uzun vakit geçirdim, o öyküyü bitirip hemen bir sonrasında beni bekleyene hemen geçmeyi de istemedim, hoş kitap bitti ama bir süre daha ortalarda durup bir çırpıda rafa yollanmayacak besbelli. Ben bu öykücü kadını ve elimdeki kitapta "Ölen Otelin Müşterileri" ile "Düzbeyaz Bir Çağrı" öykülerini çok sevdim.

Elimdeki kitabın kapağında bir Mustafa Pilevneli resmi var, eserlerini görmek istersen diye sana buraya kısacık bir yol bırakıyorum ki sen de bilirsin görmek güzeldir...