24 Şubat 2013 Pazar

Bir pazar günü dileği

Dün akşam çalıştığım işyerinin mağazalarından birinde sayıma katılmak zorunda kaldım, mağaza Uzunköprü'de. Sabah 4 gibi eve girdim, Oğuz uyuyamamış, salonda beni bekliyor, duşumu aldım, Oğuz'un hazırladığı zencefilli limon çayını içip yattım.

Sabah 5 sularında uyuyunca öğlen 13 gibi güne başladım, her bir yanım ayrı ayrı ağrı sinyalleri gönderiyor, kahvaltıyı dışarıda yapalım mı? Yapalım. Yeşil Sera'dayız.

Kahvaltı, gazete, kahve faslı uzun bir gemi yolculuğu gibi, bitmesin, biz o masada hep kahvaltıyla yaşamı geçirelim, hayat böyle sürüp gitsin, ne bir kedi, ne de bir köpek hiç ölmesin...


22 Şubat 2013 Cuma

Yokluk

Zamanı eğip bükmeyi istediğim anları geride bırakıyorum. Ne desem değişmeyecek, ne yapsam geçmeyecek bir acı...

Biz, biz dediğim ben, Oğuz, Pirinç... Sanki koskocaman üç kollu bir devdik, nereye gitsek birbirinden ayrılamayan üç gerçek dost, üç masal kahramanı... Pirinç gitti, biz, biz dediğim ben ve Oğuz, dev olmaktan çıktık, özel güçleri olmayan, dev hiç olamayan, iki kollu sıradan insanlara dönüşüverdik.

Geçen yıl mayıs ayında Pirinç'in deri altındaki biri büyük biri küçük iki kisti alınıp patalojiye gittikten sonra gelen rapor 8 ila 10 ay demişti. Dedikleri 9.ay oldu. Biz bu süreci çok keyifli geçirdik, hiç kötü bir şey olmayacak gibi. Son bir ayı saymazsak Pirinç çok sağlıklı bir süreç geçirdi. Son süreç ağrı kesicilerden medet umduk, ağrı kesicilerin hayatımıza girdiği günlerde yemek yemenin hayatımızdan usulca çıkıvermesini izledik. Önce 11 yıldır yediği kuru mamanın yüzüne bakmaz oldu, bizim yediklerimize sulandı, o süreçte konserve mamaya yaslandık, konserve mamanın da yüzüne bakmadığı son 3 gün serum...

Pirinç sağlıklıyken ama geri sayım başlamışken, ben hep hazırlamaya çalışmıştım kendimi, hazırım sanmıştım, yanılmışım, böyle bir şeye hazırlanılamıyormuş...

Her kedi hastalık sürecini farklı yaşıyormuş, öğrendik. Pirinç kendini banyoya kapatmayı seçti, çamaşır sepetimizin üzerinde geçirdi son üç haftasını. Akşamları yanımıza neredeyse hiç gelmedi, biz bir taburenin üzerinde, onun başında öylece bekledik... "Elden ne gelir" günlerimizin özetiydi.

Sonrası kocaman bir "yokluk"...

Şimdi biz 12 Şubat akşamı saat 20.05 den bu yana yoksulluğumuzla başetmeye çalışıyoruz. Evde bulduğumuz bir bıyığa sarılıp ağlıyor, parkenin üzerinde kalmış minik pembe patilerin izlerine kapanıp acımızı dibine kadar yaşamayı seçiyoruz.

Pirinç göz temasını çok seven, gözlerimize doyasıya bakan, ne istediğini gayet güzel anlatan, çok duygusal, çok samimi, fazlasıyla sevgi dolu bir yoldaş oldu bizim için. O hayatıma gelmeden önce hayat bir evin içinde nasıl akar, hiç anımsamıyor, Pirinçsizliği hiç bilmiyorum. Biz ki evin içinde üç kişiden oluşan bir sürü olarak evin tüm odalarını beraber kateden, çamaşırı birlikte asan, banyoda ne yapılıyorsa birlikte yapan, birlikte diş fırçalayan, birlikte uyuyan, birlikte okuyan birlikte yaşlanan o güçlü üç dev iken, ev adımlarımızla gümbür gümbür altımızda titrerken, şimdi eve girerken bizi karşılamayanın yokluğu ile kuyunun içinde yuvarlanıp gidiyoruz. Adımlarımız korkak, adımlarımız aksak, kollarımız boşlukta salınıp nerede duracağını bilmeyen iki uzuv...

Ben özlemin tanımını baştan yapıyorum bugünlerde, Pirinç sayesinde.