30 Haziran 2010 Çarşamba

Haziran Filmleri


21 Haziran 2010 Pazartesi

Kaç Kişiydik*

Evde otururken, televizyon izlerken ya da bir şeyler okurken elimin altında bir şeyler olursa yemek için, mutlu oluyorum. Ama bu şey meyve olabilse keşke, çünkü ben düzenli meyve tüketen kimselere imreniyorum. Sonuç olarak benim meyveye düşkünlüğüm yaz yağmuru gibi, geliyor ve hoop geçiyor. Oğuz ise daha bir sıkıfıkıydı, ama zamanla bana benzedi beni kendine benzeteceği yerde. Tatlı ise en hassas konumuz, sütlü tatlılar, dondurmalı olanlar favorimiz. Eğer ben muhallebi gibi şeyler pişirmemişsem abur cubur yakası hiç gerek yokken bize goller atıyor, bugün işten gelince hazır pasta tabanlarını kullanarak üzümlü muzlu pasta yaptım, belki böyle böyle hiç olmazsa meyve de tüketmiş oluruz diye düşünerek. Ha diyeceksin ki neden hazır pasta tabanı kullandın, pandispanyasını kendin yapıversene iki dakikada, evde mikserim olsa hiç üşenmez yapardım, ama mikser sahibi olmak aceleye gelecek bir konu değil, hem daha bozulan mikserin yasını bitirmedik, mikser dediğin bir kadının sağ kolu, üzerinde araştırma yapmam, nasıl olacağına karar vermem, markasını şusunu busunu netleştirmem gerek, sonra alması kolay. Şimdi diyorsun ki sen yahu çello kaç gündür uğradığın yok, bula bula bu konuyu mu buldun, ben de sana Tuncel Kurtiz Ntv'de yeni bir programa başlamış diyorum, Pazar günleri saat 21.00 de, ilk konuğu Fikret Kuşkan, ne yaman ve ne güzel iki ses bir aradaydı dün akşam, Kaz Dağları muhteşem, Tuncel Kurtiz'in Altınoluk tarafında bir köye yerleştiğini, Kaz Dağlarının eteklerine günaydın dediğini biliyordum, dün akşam izleme fırsatı bulunca işte dedim, budur yaşam dediğin biraz da, yaşamın böylesi pek güzel.

Elimde ne var? Tomris Uyar. Hani şu üç büyük şairin, Edip Cansever, Cemal Süreya ve Turgut Uyar'ın adına şiirler dizdiği kadın... Edip Cansever, Tomris Uyar'a her doğumgününde bir şiir hediye edermiş. Elimde Şairin Seyir Defteri var, açtım okudum o'na yazılmış olanlardan bir tanesini, pastanın buzdolabında iyice soğumasını beklerken... Okuduğum kitap "Yaza Yolculuk" Tomris Uyar'ı nasıl olmuş da okumamışım, nasıl olmuş da ıskalamışım demek yerine, ne iyi olmuş da almışım vakti zamanında kitabını ve ne iyi ki bir yaz günü geçti elime demeyi tercih ediyorum. Bugün fırsat buldukça biyografik bilgiler toplamaya çalıştım, şiir demek Edip Cansever ve Nâzım Hikmet demek ya biraz benim için, ikinci yenicilerden Cemal Süreya ve Turgut Uyar'a merhaba demenin vakti gelmiş bak! Bugün iyiden iyiye şunu anladım, 32 ile 33 arasında salınan şu yaşım var ya şu yaşım, biri önceden kulağıma bu kadar çok keyifli geçeceğini fısıldayabilseydi eğer kimbilir belki buralara daha önceden gelip demir atardım...

* Kaç Kişiydik, Edip Cansever'in bugün okuduğum şiiriydi.

16 Haziran 2010 Çarşamba

Akın Amcaaa ben Çello

Günümün en güzel anlarından biri aşağıdaki msn yazışması oldu.

Çello : akın amcaaaaa, akın amca ben Çello
Akın : guzel kizim paristen selam
Çello : benim kameram yok, keşke olsaydı, çok özledim seni
Akın : olsun ben seni hayal ediyorum goruyorum su anda gulumsuyorsun degil mi?
Çello :eveeeeeeeeet

Onu anlatmak başlı başına bir yazı konusu, belki başka bir zaman detaylandırırım bu güzel insanı, yüreğini, ortak anlarımızdan bir kaçını... Şimdilik böyle.

15 Haziran 2010 Salı

Olan biten

Çok kısacık vaktim var, bıdıbıdı anlatıp gidicem.

Pazar günü evimizi tertemiz pırıl pırıl yaptık, sonra içimiz nasıl huzurla doldu anlatamam, bu temizlik esnasında en çok zamanı portmantomuza (türkçesi yok mu bunun) ve tek gözlü çekmecesine ayırdım. Sanırım ayakkabıların toplanması, orada unutulmuş kışlıkların kaldırılması, yıkanması, son altı ay içinde birikmiş fişler, kredi kartı slipleri, elektrik faturaları, ödendi makbuzları gibi ıvız zıvır şeylerin toparlanması, ayıklanması, klasörlenmesi tam üç saatimi aldı, ne kadar dağılmış olduğumuzu sen düşün, bütün bunlara pazar sabahı saat 08.30 sularında başladım, elbette Oğuz uyurken, sonra Oğuz uyandı, harika bir kahvaltı hazırladı, kahvaltıda ana yemek naneli peynirli omlet ... Pazar işte biraz böyle geçti. Yorgunlukla ama evin içindeki birikmişlerin kışkışlanmasının ruhumuzu da arındırmasıyla.

Pazartesi. Akşam eve gelip balkonda bezelye ve taze fasülye ayıkladım, yine balkonda soğan ve domates soydum, e yemeğin büyük kısmını balkon masasında hazırladım, Pirinç karşımdaki koltukta, bir ara başımı kaldırdım, bir elimde bıçak taze fasülye ayıklarken hem, baktım Oğuz geliyor, bir Oğuz'a baktım uzaktan, bir kendime baktım, karşımdaki koltukta yalanıp duran Pirinç'e ve şimdi tam açıklayamayacağım bir hisle dolup taştım, mutluluk dedim, işte bu! Başımı kaldırdığımda sevdiğimin gelmesi, taze fasülye ayıklıyor olmam, Pirinç'in yalanıp durması...

Akşamları tek yaptığımız şey elbette maçları izlemek ve hiç durmadan kendi aramızda yorumlar yapabilmek. Ben anne misali futbolcuların saçına sakalına takmış durumdayım, hemen her maçta bir futbolcu bulup " ay bunu da kimse uyarmamış, yataktan kalkıp maça çıkmış, ense tıraşı da olmamış utanmaz şey, ayol dünya izliyor seni ekranlarda, şu kılığa bak" diyerek takılıyorum.

İnsan yaz gecelerini eğer tatil beldesinde değilse daha güzel nasıl geçirilebilir ki? Daha güzeli, daha iyisi yok, o derece iyiyim, o derece güzelim ve o derece huzurluyuz işte...

12 Haziran 2010 Cumartesi

Bunu biliyor musun?

Önümüzdeki günlerde burada Kırkpınar Şenlikleri başlayacak. Şenliklerden sonra, 140 bin nüfuslu kentin 1/3 ü çoluk çocuk yazlıklara taşınacak. Sokaklar, caddeler bomboş. Yaşasın.

Edirne Belediyesi Kırkpınar şenliklerinin yaklaşmak üzere olduğunu ve şenliklere konuk olarak davet edildiğimizi söylemenin yolunu simgesel bir şekilde bulmuş, kapı kapı dolaşıp mum bırakıyorlar, şimdi bir tanesi masamda, dibi kırmızı. Şaka gibi ama gerçek. Hem de bu bir gelenek.

Ben "kırmızı dipli mum" meselesinin evveliyatının buraya dayandığını bilmiyordum, ondan böyle heyecanlandım birden, öğrenince de çok şaşırdım.

İşte google'layarak öğrendiklerim.

1- Kırkpınar'ın davet simgesi "Kırmızı Dipli Mum" dur. Önceleri şehirde ve köylerdeki kahvelere kırmızı dipli mumlar asılarak oradaki halk Kırkpınar'a davet edilirmiş. Rivayete göre, "Seni kırmızı dipli mumla mı çağırdılar" sözü de buradan gelmektedir.
Kaynak: http://kirkpinar.org/

2- Edirne Sarayiçinde yapılan Kırkpınar yağlı güreşlerinde, organizasyonu düzenleyenlerin müdavim konuklara gönderdiği bir nevi davetiye görevi gören mum.
Kaynak : Ekşisözlük

İşe bak! Hayat ne garip.

13. Kitap : Katre-i Matem - İskender Pala

Talihsiz bir kitap oldu benim için, elimde süründü durdu, bıraktım, sonra yeniden başladım, sonra araya benim kılı kırk yararak yol alan ev temizliğim girdi, Dünya Kupası maçları başlamadan nihayet kitabı bitirdim. Önümüzdeki 1 ay boyunca kitap okuyamazsam sebebi bilin ki vuvuzela sesi eşliğinde sinir harbi içinde izleyeceğimiz Dünya Kupası maçları olacak.

Kitap hakkında söylenecek çok şey var. Arka fonda Osmanlı'nın içindeki çalkantılar, Sadabat çevresinde yaşananlar, Patrona Halil İsyanı'nın detayları, lale çiçeğinin serüveni ve aşk! Osmanlı'nın başında o dönem III. Ahmet var.

Kitapta Sadabad çok sık adı geçen bir mekan. Hemen interneti emrime koşuyorum, henüz sansürsüz olan siteler de var, bak sen! Vikipedi'den bilgiler edindim. Şimdilik ilk aklıma takılan kısımları buraya taşıdım, eğer aklıma daha sonra başka maddeler gelirse yine buraya eklerim.

Sadabad; 18. yüzyılda Kağıthane Deresi kıyısında bir mesire yerinin adı.

Sadabad eğlenceleri; III. Ahmet (1703-1730) ve Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa (1717-1730) devrinde İstanbul'da Kağıthane semtinde Alibeyköy yakınlarında yapılan kasrın çevresinde düzenlenen eğlenceler.

Kağıthane semti İstanbul'un en tutulan mesire yerlerindendi. Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim zamanlarında burada eğlenceler düzenlenir, İstanbul halkının ileri gelenleri de eğlencelere katılırdı. III. Ahmet zamanında bu eğlencelere daha büyük önem verildi. Önce Kağıthane Deresinin akış yolu değiştirildi. Derenin kenarlarına mermer rıhtımlar yaptırıldı. Ayrıca otuz sütun üzerine oturtulmuş göz alıcı bir kasır (Sadabad Kasrı) inşa edildi. Kasrın önünde büyük bir havuz, çevresinde çeşitli çağlayanlar, ağızlarından su fışkıran ejderha heykelleri vardı. Sadabad Kasrı'ndan başka çevreye çeşitli köşkler, bahçeler, hamamlar yapıldı.

Eğlenceler, hıdırellezin birinci günü (6 Mayıs) başlar, özellikle mehtaplı gecelerde sabahlara kadar devam ederdi. Zamanın şairleri, yazdıkları çeşitli şiirlerle padişahı ve sadrazamı överek , onları bu eğlencelere çağırırlardı. Ziyafetler kasırda verilir, ziyafet bittikten sonra eğlencelere dışarıda devam edilirdi. Osmanlı İmparatorluğu'nda Lale Devri adıyla anılan bu dönemdeki eğlencelere, başta padişah olmak üzere bütün saray erkanı ve İstanbul halkının ileri gelenleri katılırdı.

Gün geçtikçe bu eğlencelere çeşitli sebeplerle karşı olanlar çoğaldı; Patrona Halil İsyanı çıktı. Ayaklanma sonunda Damat İbrahim Paşa öldürüldü, III. Ahmet tahtından indirildi ve Sadabad eğlencelerinin yapıldığı yerler, başta kasır olmak üzere tahrip edildi.

Patrona Halil İsyanı; Patrona Halil İsyanı, Osmanlı Devleti'ndeki Lale Devri'nin sonunu getiren ayaklanmadır. Patrona Halil adlı, ne aslı oluğu belirli olmayan bir kişi idaresinde, bu ayaklanma 28 Eylül 1730da başlayıp üç gün sürmüştür. Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa idam edilmiş; Sultan III. Ahmed tahttan indirilmiş ve tahta I. Mahmud getirilmiş ve sonradan Lale Devri adı verilecek devir sona erdirilmiştir.

Ayaklanmanın sebebi, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın açtığı zevk ve sefahat devrinden memnun olmayan, bu yapılanları israf olarak gören bir kitle oluşmuş olmasıdır. İran seferinden olumsuz haberler gelmesi üzerine halk harekete geçmiş, camilerde ve diğer yerlerde propaganda yaparak ayaklanmanın zeminini oluşturmaya başlanmıştı. Yeniçerilerin içerisinde de huzursuzluk belirmişti.
Zamanın tarihini yazan Mehmed Raşid Efendi ve İsmail Asım Efendi, tepkilerin ve öfkelerin korkunç bir ayaklanmaya dönüşmesinde, geceli gündüzlü ziyafetlerin, çırağan eğlencelerinin, sefere çıkmak istemeyen padişahla sadrazamının Davutpaşa Sarayı bahçelerine gidip bülbül dinlemelerinin baş rolü olduğunu yazarlar. Topluluk tepkilerini halk ihtilaline döndürmeyi başaranlar, gerçekte Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın siyasi karşıtlarıydı.

Ayaklanmanın sonrası; Asiler daha önceki devirden elde kalan en önemli binaların bulundugu Saadabat'daki köşkleri yakıp küle döndürmeyi arzu etmekteydiler. Fakat I. Mahmud bu yangına izin vermedi. Ama yine de buraların yıkılmalarına engel olamadı.
I. Mahmud ayaklanma elebaşılarını birer görevle İstanbul'dan uzaklaştırmayı denedi. Patrona Halil Yeniçeri Ağası tarafından yapılan 10 bin altın maaşla nerede isterse vali olması teklifini reddedip; amacının mal, mülk ve ünvan edinmek olmadığını ve bozuk düzeni kaldırmak ana hedefi olduğunu belirtti.

Lale : Zambakgiller (Liliaceae) familyasından Tulipa cinsini oluşturan güzel çiçekleri ile süs bitkisi olarak yetiştirilen, soğanlı, çok yıllık otsu bitki türlerinin ortak adı.

Anavatanı Kazakistan'dır. Türkiye’nin çoğu yerine özellikle Nevşehir ve bölgesine doğal olarak yayılmıştır. Soğanlarının üzerinde zarımsı bir örtü bulunur. Etli ve yeşil 2-8 yaprağı vardır. Çiçekler, saplar ucunda çoğunlukla bir, bazen ikidir. Çiçek parçaları altılıdır. Kırmızı, sarı ve ara tonlarda renklere sahiptir.

16'ncı yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman tarafindan Hollanda Kralı'na gönderilen laleler, ilk başta Hollandalılar'ı ve kısa zaman içerisinde tüm Avrupalılar'ı hayranlık içinde bırakmışlardır. Böylece günümüze kadar dünya'nın en fazla lale üreten ülkesi Hollanda olmuştur. Lale sadece Hollanda'ya ve diğer ülkelere Osmanlı'dan gitmekle kalmamış gittiği ülkelerin diline de doğu orijinli bir kelime olarak girmiştir. Hollanda'da "tulp", Almanya'da "tulpe", İngiltere'de "tulip" İspanya'da ise "tulipan" kelimeleri ile anılmaktadır.

Maslahatgüzar; Bir diplomatik elçilikteki büyükelçiden sonra en yüksek rütbeli ikinci kişidir. Görev başında bulunamadığı zamanlarda büyükelçinin makamına vekalet eder. Bunun yanında, iki ülke arasındaki ilişkilerin zayıf olduğu durumlarda misyon başkanı olarak atanabilir. Maslahatgüzarlık statüsü, diplomatik ilişkiler üzerine 1961'de imzalanan Diplomatik İlişkilerde Viyana Konvansiyonu'nda belirlenmiştir.

İskender Pala; ile bu kitabına kadar tanışmış değildim. Kimdir nedir bilmek istedim. İlk bilgiler şöyle; 1958 Uşak doğumlu. Divan Edebiyatı araştırmacısı. İlkokul’ u Uşak’taki Cumhuriyet İlköğretim okulu’nda bitirdi. Lise’yi Kütahya’ daki Kütahya Lisesi’nde bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okumaya hak kazandı. Aynı okulda yaptığı Lisans Tez çalışması ;Câmiu'n-Nezâir’dir. Divan edebiyatı dalında 1983 yılında Doktor, 1993 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Doçent, 1998 yılında da Kültür Üniversitesi’nde Profesör oldu. Divan edebiyatı alanındaki çalışmalarıyla dikkat çeken yazarın çeşitli ansiklopedi ve dergilerde edebiyat araştırmacısı sıfatıyla yayımladığı bilimsel ve edebi makalelerinin yanında ortaokul ve liseler için yazdığı ders kitapları da bulunmaktadır. Ayrıca, Osmanlı deniz tarihiyle ilgili araştırmalarda bulunmuş ve bir kısmını kitaplaştırmıştır.

İnternet sitesi ; http://www.iskenderpala.net/yeni/

11 Haziran 2010 Cuma

9 Haziran 2010 Çarşamba

Çello'nun Annesi fotoğraf çekerse


Annemin gezgin bir ruhu var, günübirlik gezilere çıkıyor, dönüyor, kalabalık gruplar ile birlikte öğle yemeklerine gidiyor, sonra beni arıyor, dinle bak dinle, dinliyorum ve genelde arkada bir cümbüş sesi... Göbek atanlar, gerdan kıranlar, ıslık çalmayı da biliyor bu kadınlar.

Yukarıdaki fotoğrafı annem İstanbul gezisi esnasında çekti, bana göre doğru bir anda basmış deklanşöre, görüntülemek istediği kişinin ruju, saçları, neşesi,üzerindeki şıkır şıkır payetler, sanki gerçek olamayacak gibi .. Ben sevdim ve burada da olsun istedim.

8 Haziran 2010 Salı

Ali Bey'den Mektup Var

Ali Bey ile bir süredir buradan yazışıyoruz. Yorumlardaki yazışmaları takip etmeyen varsa -ki vardır- diye birkaç ufak bilgiler vermek istiyorum, Kendisi 62 yaşında delikanlı emekli öğretmen. Ali Bey'in anlattıklarından eşi Güler Hanım'a aşk dolu baktığını biliyorum. Yorumlardan birinde aynen şöyle demişti, "İki ayrı insan aynı evin içinde tek insana dönüşüyor. karşındaki kişi senin bir organın haline geliyor. ne düşündüğünü, nasıl düşüneceğini gözün kapalı iken dahi biliyorsun"

Ali Bey'in yorumlara bıraktığı mesajlar birer mektup niteliğinde, çok ince, çok duyarlı, çok hassas. Geçenlerde kendisine "Neden siz de günlük tutmuyorsunuz?" diye sordum. Çünkü sandalye fotoğrafımı gördükten sonra kendisini Balıkesir'de bekleyen sandalyelerden bahsetmişti, bahsederken ben de içten içe Ali Bey yazmalı ve biz de okumalıyız demiştim. Verdiği yanıta bakar mısın?

"Sevgili Çello çalan kedi; günlük tutmak ciddi bir iş. Hele sizin gibi çok okuyan ve okumayı adeta hayatının baş köşesine yerleştirmiş gençleri görünce onlara karşı mahçup olurum diye düşünüyorum.Sizleri okurken arada bir yazmak da bana günce tutmak gibi geliyor.Sevgi ve saygıyla esen kalın... "

Son yazımda zamanı yakalayamama ve yetişememe hallerimden dert yanmıştım, Ebruli de benzer durumda olduğunu ifade etmişti. Ali Bey bu yazı üzerine oturmuş ve aşağıdaki yazıyı kaleme almış, bu yazının yorumlar kısmında kaybolup gitmesine gönlüm razı olmuyor, istiyorum ki şöyle baş köşede yerini alsın, benim gördüğümü sen de gör, oku, duyumsa.

Çello çalan kedi,ebruli günce ;neler oluyor size...bir telaş içindesiniz.Zamanı kaybettik,boşuna harcadık gibilerinden.Size bir şey söyleyeyim.Bu dünyada sahip olduğunuz herşeyi harcamaktan çekinmeyin,ama her şeyi..........hatta zamanı da.Harcanmayan hiç bir şeyin değeri yoktur.Öbür tarafa tek bir akçe,tek bir saniye götüremeyeceksiniz.İki yıldır bilgisayar kullanıyorumRuh ikizim olarak saydığım 1966-68 yıllarında Eğitim enstitüsünde(şimdiki eğitim fakültesi) sıra arkadaşımı internetten sürekli aradım.Geçen gün,memleketinde yayınlanan yerel bir gazetede ölüm ilanı okudum.Merhum emekli öğretmen.....'in babası falanca kişi hakkın rahmetine kavuşmuştur........Oysa ben bu yaz onun memleketine gidip,onon yetiştirdiği vişne ve kiraz bağaçlarının altında eski günleri yadetmeyi planlıyordum.Kardeşlerine ulaştım.1996 yılında Zeki Mürenle aynı günde öldüğünü söylediler.Şimdi yaşadığım her saati ,dakikayı arkadaşımdan çalmışım gibi hissediyorum.Çünkü o dünyanın öbür ucunda da olsa,ondan hiç bir haber almasam da,benimle aynı duyguları duyuyor,beni anlıyor,ihtiyacım olduğunda yanı başımda bitiverecekmiş gibi hissediyordum.O arakadaş da kimbilir neleri erteledi,iteyip de imkanı olduğu halde kimbilir nelerden vazgeçti.Bakın ben ondan 14 senedir fazla yaşıyorum.Kimbilir daha kaç yıl fazla yaşayacağım.Bu yüzden derim ki gençler,saatlerin,dakikaların hesabını tutmayın.Onlar size aittir.güle güle,tadını çıkara çıkara kullanın.Geçmişe dönüp,KEŞKE diyecek bir şey bırakmayın...... Bolca dağınık,savruk ve de mutlugünler ,saatler ,dakikalar yaşamanız dileğiyle........

Ali Bey size nasıl teşekkür etsem azdır, söylediğiniz şey üzerine düşüneceğim ve zamanı harcamaktan korkmamaya çalışacağım, hemen uygulama geçme konusunda söz vermiyorum bak, bilirsiniz bu tür şeyler damıtılma ihtiyacı hisseder ve kişinin onu bir miktar zihninde dolaştırması, onunla yolculuklar yapması ve onu yabancı hissetmemesi gerekir, salık verdiğiniz şey günün birinde benden bir şey olur umarım.

Mektup yazan, beton zemini kova kova sular ile serinleten, geçmiş zaman fotoğraflarını düzenleyen, Güler Hanım'a meyveler hazırlayan, çiçekler toplayan ellerinize sağlık.

7 Haziran 2010 Pazartesi

Sam Toft ve Bisiklet

Sam Toft çalışmalarına ara vermeden devam etmek istiyorum, çok fazla söze gerek yok, çalışmalara bayıldım, hepsine...




















































5 Haziran 2010 Cumartesi

Ne diyorduk, evet ayrıntılar...


Yaz geldi geleli dikkatimi toplayamıyorum, aklım beş karış havada. Hava geç karardığı için eve geç girer olduk, her akşamın üzerine bir program sıkıştırdık, hali ile yemekler de geç yendi, geç yediğimiz için kilo alacağım korkusu taşımıyorum çünkü zaten 6 aydır düzenli kullandığım sentetik tiroid hormon ilacım bana bu durumu gayet güzel yaşatıyor, kilo ile ilgili bir sıkıntım yok, hatta geçenlerde kendimi tombiş göbekli biri hayal ettim, hoşuma gitti, neyse konumuz kilolar değil, ben tombiş halim ile yine bikini giyerim, zaten bikini giymiyor olsaydım, sebep olarak kilolarımı değil 2 yaşında geçirdiğim ameliyatın izini gösterirdim ama izler, lekeler, çizgiler iyidir, ayrıntıdır, beden onlarla daha güzeldir, yok canım kendimi kandırmıyorum, kandırmaya çalışmıyorum, cidden.

Oğuz bana geçen akşam "tam dizi izlemeye karar veriyoruz, ben her şeyi hazırlıyorum ve seni bekliyorum ama seni çamaşırları katlarken ya da yatak odasını toplarken buluyorum ve sana hani How I Met Your Mother izleyecektik, çayları koydum seni bekliyorum diyorum sen bana aaa öyle mi diyerek bakıyorsun, sonra balkona çıkıyorsun, çiçeklere bakıyorsun, kurumuş çiçekleri topluyorsun, hepsini tek tek inceliyorsun, sonra beni çağırıp sevinçle bişeyler gösteriyorsun, ben içeri girdikten sonra bir tur daha hepsini inceliyorsun ve balkondaki çiçekleri en ince ayrıntısına kadar gözlemlemeye yarım saatten fazla zaman veriyorsun, bu halini seviyorum ama sen bu esnada tüm bunlara ne kadar zaman harcadığının farkına varmıyorsun, dikkatin dağınık" diyerek İstanbul'da söylemeyi kestiğim "zaman yetmiyor " cümlesinin kendisi açısından kabul edilemezliğini bu cümleyle ortaya koydu. Galiba haklı. Kabul ediyorum, ilgim dağınık, okuduklarımı, izlediklerimi, gördüklerimi, öğrendiklerimi birleştiremiyorum, ne yapacağımı bilemez halde evin içinde kitap okumaya çalışıyorum, dizi izlemeye karar veriyorum bunları yapmaya başladığımı unutup çamaşırları katlıyorum, banyoya temiz havlu bırakmak için girdiğimde lavaboyu ovarak çıkıyorum, sonra bilgisayarın başına geçip amaçsızca bir 15 dakikamı kaybediyorum, sonra bir önceki ve hatta ondan önceki gecelerin uykusuzluğu ile erken uyuyacağım diyorum, başaramıyorum. Yani kısaca elle tutulur şeyler yapamıyorum.

Sırf bu yüzden belki zihnimi temel bir konuya akıtıp, orada olacakları konuşturamıyorum. Şikayet eder gibi yazıyor görünüyor olsam da değilim, duruma müdahale edecek de değilim, ben nasılsa zamanı gelir toparlanırım. Ama şimdilik böyle işte.

Fotoğrafa dair ; Leydim sen bu fotoğrafı nerede çektiğimi biliyorsundur, Seval senin bir simetrin vardı hani, işte o koltukların hemen arka tarafındaki duvardan bir detay.

3 Haziran 2010 Perşembe

Durup biraz dinlenmek için


Çok konforlu olmayabilirler ama bazen soluklanmak için bu bile yeter.

2 Haziran 2010 Çarşamba

Ne var ne yok


Dün akşam üzeri kızlarla buraya geldik, Özgür'ün maçını izledik, izlerken iliklerimize kadar üşüdük.


Biliyorum anlatacak çok şey birikti, şuraya oturup iki laflayamıyorum senle, yo yo kötü düşünme, renksiz ve keyifsiz geçmiyor günlerim, ben burada her şeye yetişebilirken şimdilerde başaramıyorum, Meloş'u ziyaret edeceğim edemiyorum, Babam isyanlarda, 15 gündür uğramıyormuşum, eee siz gelin, evde durduğun mu var!

Annem geçen hafta günübirlik bir geziye katıldı, boğaz'da yedi, içti, arkadaşları ile eğlendi, o geziye O'nu sabah ben uğurlamıştım, O sabah iki otobüs orta yaşın üzerindeki kadınların nasıl şen şakrak olduklarından, nasıl eğlenceye düşkün olduklarından, kıpkırmızı rujlarından, birbirleri ile şakalaşmalarından bahsedecektim, olmadı. İki akşam önce salonumuza yolunu şaşırmış bir ateş böceği misafir oldu, maaile oturduk izledik, Pirinç ilk kez böyle bir böcek gördü, şaşkına döndü, oradan oraya zıpladı, bunu anlatacaktım sıcağısıcağına, yine olmadı.

Elimde Katre-i Matem var, How I Met Your Mother 2. sezonu ancak bitirebildik.
Dünya gündeminde İsrail var ama bu konuda ağzımı bıçak açmaz çünkü bıçakların hepsi Mavi Marmara gemisinde ne de olsa.