15 Kasım 2015 Pazar

Pakize'nin gerçeklik sorununun Hayri İrdal'a etkisi

Hayatta sevdiği tek bir şey vardı o da sinema idi. Pakize sinemanın sade terbiye değil, tatmin ettiği insandı da. Beyaz perdenin karşısında o kadar kendinden geçer, o kadar her şeyi bırakırdı ki, sonunda yaşadığı hayatla seyrettiği macerayı birbirinden ayıramaz hale getirdi.
Bir gün dünyanın en büyük ciddiyetiyle bana, eskisi gibi ispanyol dansını yapamadığını söylemişti. Bu evlendiğimizin ikinci yılında bir pazar sabahı oldu. O, yatakta saçlarını yastığa dağıtmış, tembel tembel, kendisini kaldıracak bir vinç bekliyordu. Ben pencerenin önünde, ayakta, yataktan kalkmak hususunda daha atik, kahvaltı meselelerinde biraz daha sabırsız bir kadınla tesadüfen evlenmiş olmanın insana verebileceği saadetleri düşünüyordum. Birdenbire karım:

- Hayri! diye beni çağırdı. Sana bir şey söyleyeyim mi, ben galiba İspanyol dansını unuttum.

Pakize'nin danstan hoşlandığını bilirdim. Fakat İspanyol dansını bildiğini hiç işitmemiştim. Zaten doğru dürüst yürümesini bile bilmeyen, bastığı yeri görmeyen bir insandan bu pek beklenmezdi. 

- Hayırdır inşallah! Hangi ispanyol dansı!

- Vallahi unutmuşum ... Dün bir deneyeyim, dedim, bir türlü beceremedim. İnsan üç günde bildiği şey unutur mu?
- Ben senin İspanyol dansı ettiğini bilmiyorum.
- Canım unuttun mu? Geçen gün etmedim mi? Hani çok beğenmiştin? Gazinoda... Herkes alkışlamıştı. Sonra o zabit geldi... 

Evlendiğimizden beri sinemadan başka yere gitmemiştik. Neden sonra anladım ki, karım, kendisini beraber seyrettiğimiz bir filmin artisti ile, Jeanette Mac Donald'la karıştırıyordu, onu kendisi sanıyordu. Birkaç gün sonra kırmızı sabahlıklarını aradı, benim süvari ceketimi bulamadığı için üzüldü. Beyaz saten tuvalet elbisesi ortada görünmüyordu, bu felakete ağladı. Bir başka sabah daireye giderken boynuma sarıldı ve dikkatli olmamı tekrar tekrar tembih etti. 

Kendisini bazen Jeanette Mac Donald, bazen Rosalinne Russel sanan, beni Charles Boyer ile Clark Gable ile, William Powell ile karıştıran, bir gün evvel komşu kızını Martha Egerth'e benzettikten sonra ertesi gün pencereden: " Martha, kardeşim, nereye gidiyorsun böyle?" diye seslenen bir kadınla evlenmedinizse bu işin acayipliğini size anlatamam.
Sy 146-147 / Saatleri Ayarlama Enstitüsü




Kahvaltı Molası / Edirne Kent Ormanı / Saat 9 suları

Hep böyle oluyor, okumayı çok çok istediğim bir kitabı, popülerliğinin getirdiği baskıyla elime alamıyorum. Kitapların ilk sayfasına aldığım günün tarihini attığım dönemde edinmişim demek bu kitabı, 8 ekim 2003. 


Ama okuyamamışım. Okuyamamamın sebepleri arasında kişisel olarak belki hazır olamamam da vardır, zamanını kendisi belirleyecek bir kitaplardan bu, ben sadece itaat ediyorum. 





Sabah yukarıdaki alıntıyı yazdıktan sonra hızlıca piknik çantası hazırladım, öyle çok uzun boylu değil, kahvaltılık malzemeleri küçük kapaklı kaplara koyup, demlenmiş çayımızı termosa aktarıp, kendimizi kent ormanına attık, yolda harika simitleri olan bir fırın var. Oraya da uğradıktan sonra dooğru nehrin yanına. Ormana girdiğimizde çöpleri toplayan yaşlı amca, kediler ve köpeklerden başka kimse yoktu. Daha ne olsun, herkes var demek.  Dönmek için kalktığımızda etrafımızdaki bütün piknik masaları ailelerle dolmuştu, kahvaltıdan sonra ben Hayri İrdal'ın hikayesine, Oğuz Karamazov Kardeşler'e döndü, kah etrafımızda olup bitene kulak verdik, kah hikayeler arasında kaybolduk ki kaybolmak için daha güzel bir mevsim seçemezdik. 

12 Kasım 2015 Perşembe

Kulvarlarına sığındığım alan



"Başlamak" düşünerek yapıldığında çok ama çok yorucu. İnsiyaki olarak elimi atıp başladığım ne varsa keyifli. Planlamak yılgınlık verici. Bir gün iş yerimde yanımdaki arkadaşım "yüzme kursu varmış, yazılalım mı?" diye sorduğunda hiç düşünmeden "olur" cevabını verdim. Havuz DSİ'ye ait, yüzme hocası dışarıdan ders veriyormuş, hoop dedim başladım derslere. Yüzmeyi bilmesine biliyorum, derin sularda kulaç atabilecek kadar kendime güveniyorum, dalmayı seviyorum, su korkum yok, gelgelelim teknik konusunda zayıfım ve motosiklet kullanmaya başladığımdan beri kısıtlı hareket ediyorum ve evet hiç spor yapmıyorum.








2013 Temmuz ayı ile başladığım yüzme seansları halen devam ediyor, yo dostum yarışlara hazırlanmıyorum, ama kurbağayı hiç fena yüzmüyorum, kelebek stilinin "bir insana havuzdayken nasıl işkence edebiliriz?" sorusunun ardından bulunmuş bir stil olduğunu düşünüyorum, neyse ben ne diyordum? Dersler, hafta içi iki akşam 21.30 da havuza giriyorum ve yüzüyorum. Tüm düşündüklerim akıp gidiyor desem inanacaksın, hayır gitmiyor, sorunlar hala sorun olarak kalıyor ama sanki daha başedilebilir, üstesinden de gelirim, hem şu havuzdan çıktıktan sonra duş alacağım, müthiş rahatlayacağım, yastığa başımı koymayı haketmiş olacağım ve sabaha kadar deliksiz uyuyacağım.

Şimdi değil ama ilk başladığım yıl, yaşlanmış ve hamlaşmış bedenim havuzdan çıktığında bana türlü çeşitli kasların varlığını bildirirdi. Bedenimdeki kas ağrılarından neredeyse zevk alır ve yinelerdim "tanrım ne tatlı bir acı!"

Not 1: Havuza başladıktan sonra 20 kilo verdim.
Not 2: Panik atak için kullandığım tüm ilaçları doktorumun kontrolünde, zaman içerisinde, azar azar, hiç şaka yapmıyorum evet evet bıraktım.

10 Kasım 2015 Salı

Bir sonbahar günü Sir Wilfrid'e aşık olmuşken


Kim bu yakışıklı adam? Bu yakışıklı adam da kim? Ah o bir delişmen, o bir aksi, o bir huysuz, o bir muhteşem oyuncu... Ben onu "Beklenmeyen Şahit" filminde Sir Wilfrid olarak tanıdım. Charles Laughton bu fotoğrafa poz verirken karakterini nasıl da sırtlanmış, bize "olmuyor, olmuyor, olmuyor" bakışlarını fırlatıyor. "Beklenmeyen Şahit" ki bunca zamandır izlemediğim için hayıflandığım, çok hoş, akıcı, sade, çoğunlukla mahkeme salonunda geçen, adaleti arayanların kendi içinde yaşadığı ikilemlerle savrulan, katil mi değil mi, katil mi değil mi, evet katil değ.. tatatataam seni avuçlayan, tüm düşüncelerini gölgede bırakan, kendi kaderinin içine dahil eden, hayır hiç sıkıcı olmayan, muhteşem film. Öykü Agatha Christie'ye ait. Amerikalı yönetmen Billy Wilder tarafından İngiltere'de çekilmiş, filmin ilk gösterimi kraliyet ailesine yapılmış ve finali ile ilgili filmi görmemiş olanları tek kelime edilmemesi konusunda söz alınmış ve filmin finalinde de bir ses, "henüz bu filmi görmemiş olanlara lütfen spoiler vermeyin" uyarısında bulunuyor. Çok hoş değil mi?

Konumuza, sevgili Sir Wilfrid'e dönersek, onun hemşiresiyle olan ilişkisi, ironik yaklaşımı, sözdinlemezliği, huysuzluğu beni fethetti. Mahkeme salonunda ilaçlarını masaya döküp sonra onları simetrik olarak dizmeye çalışması, kendini kaptırması, bütün bunları kendinden emin bir şekilde yapması, izlediyseniz ah çok şımarık değil mi?

Tesadüf eseri, hiç bilinçli olmadan, bu filmden hemen önce "12 Angry Man"i izlemiştik, Meğer bu iki film, biri anılınca illa diğerinin de anıldığı, kendi aralarında ortak noktalarından ötürü (Mahkeme, tek plan) organik bağların kurulduğu filmlermiş, rakı balık gibiymiş işte ikisi. Biri izlenmişse diğeri de peşinen izlenirmiş. 12 Angry Man başlıbaşına bir yazı konusu ve ben detaylarına girip başını şişirmeyeceğim.

Kendime Not: Bu yıl bitmeden her iki filmi de bir daha izle. Yukarıdaki s/b fotoğrafı fotoğrafçıda bastır, çerçevelet ve eve girildiğinde ilk görülebilecek noktaya as.

6 Kasım 2015 Cuma

Eğer biri bana çok değil 3 sene önce deseydi ki " günlük yaşam döngün çok değişecek, ortalık aydınlanmadan, horozlar ötmeden, servis araçlarının şoförleri sıcak yataklarından çıkmadan, fabrikalarda vardiya değişimi olmadan, okula gidecek çocuklara anneleri kahvaltı hazırlamaya başlamadan önce uyanacak - evet sabah 05.30- evin içinde o dingin saatleri kimi zihnin aydınlanmış ve kendinle çatışmasız, eh kimi zaman kavgalar kavgalar kavgalarla geçireceksin... İnanmazdım. Şimdi erken saatlerde uyanan bedenime itiraz etmeyip yataktan kalkıyorum, kendime bir güzel sabah kahvesi hediye ediyorum ve yapılması gereken ne varsa onu yapıyorum. Bu bazen sabahın bu saatinde akşamın yemeğini pişirmek, bazen sadece okuduğum kitaba devam etmek, bazen etrafın karanlığında camdan dışarı bakabilmek...

Bu saatler, kapının çalmadığı, telefonun bir uyaran olmadığı, yaptığım her ne ise kendimi sadece ona sunabildiğim, keyifli anların toplamı...

Her insanın buna ihtiyacı var. Kimi zaman ağdalaşmış ilişkilerde sosyalleşen insanların sosyalleşme dozlarını ayarlayamamalarının en verimsiz sonucu, ilişik olmak istediği insanın tüm alanlarını talan edecek gücü kendinde görmesi. Gerçi bu konu sosyolojide daha yetkin isimlere teslim edilmeli, ben şimdi bulaşık makinesini boşaltamaya gidiyorum.

30 Ekim 2015 Cuma

Zihin

Televizyon açık kalmış, euronews son iki saattir aynı haberleri döndürüp duruyor, kafamı kaldırıyorum, sığınmacıların Slovenya sınırında yaşadıkları sıkıntıdan bahsediyor kimbilir kaçıncı kez, okuduğum şeye geri dönüyorum, oğuz soğuk almış, kanepede ilaçların yüksek baskısına daha fazla dayanamayıp uyuyakaldı, zihnim karmakarışık, unutmak istemediklerimi unutamayıp, unutmak istemediklerimi saklayamama korkusu hakim. Bu sonbahar gecesi unutulmasın mesela. Evimiz, salonumuzdaki abajurlarımızdan gelen sarı ışık, tavandan sarkan tel kablolar, hemen sağ tarafımdaki duvarda asılı duran "yavrularını besleyen anne kırlangıç fotoğrafı", oğuz'un tıkalı üst solunum yolunun uykuyla neşeli birlikteliğinden çıkan okul korosu sesi, karlı bir günde çektiğim, şimdi bir alışveriş merkezinin otoparkı olmuş çam ağaçlı yol, yaşlanıyorum hissi, karmakarışık zihnim, çemberlitaş kız öğrenci yurdundaki 407 nolu oda, içiçe geçmiş hayatlar, yarın düşüncesi, cumartesi çalışıyor olmanın acizliği, asılmayı bekleyen tablolarımız, beyaza boyadığımız sehpalar, karmaşık zihinler, normal, olağan bir günün özeti.

Yaşıyorum.