7 Kasım 2010 Pazar

22. Kitap : Efresiyab'ın Hikayeleri - İhsan Oktay Anar

Pirinç ayakucuma kıvrıldı, dışarıda kasvetli bir hava var. Biraz sis, çokça karanlık. Keyifli bir kahvaltının ardından Oğuz'u işe geçirdim. Kahvaltıdan önce nevresimlerimizi değiştirmiştim, belki birazdan şu rahatımı  bozup çamaşır makinesini çalıştırmak için kalkarım. Kalkmışken kendime kahve de alırım, rahatımı bozduğuma değsin. Bugün o derece tembelim.

Sabah uyandıktan sonra, yataktan kalkmadan ve kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa yollanmadan hemen önce kitabı son kez elime aldım. Son 10 sayfası kalmıştı da okumadığım, güne onu bitirerek başladım. Oğuz da uyanmak üzereydi hem, günaydınlaşıyorduk bir yandan. Farkındaysan kitap hakkında yazasım yok. Oysa Puslu Kıtalar Atlası'nı ne çok sevmiştim. Yok bunu sevmediğim anlaşılmasın. En az o kitap kadar üzerimde etki bırakmasını dilemekle hata etmiş olabilirim. Üretmek zahmetli, yazmak yetenek işi. Yazarak anlatmak çıplak ayakla keskin kırık camların üzerinde yürümek gibi. Her daim aynı vurucu tadı bulamayabilir insan. Aynı leziz çekiciliğe kapılamayabilir her yaprak. Rüzgar harflerle köşe kapmaca oynamayabilir. Demek istediğim her yazar her daim aynı güzellikte yazamayabilir.

Birazdan birkaç bölüm Nip Tuck izleyip sonra kahvemi de alıp harika bir kitaba başlama niyetindeyim. Marcel Proust bana üniversite yıllarında Özlem'den hatıra. Elimdeki kitap da onun zaten. İlk sayfasında
"2 Temmuz 99' Beyazıd - Fatoş'la" notu var, kurşun kalemle yazılmış. Sonra kitap bana gelmiş, ben de şöyle bir not düşmüşüm; "14 Ağustos 2000 - Dolunayın doğuşu - Beşiktaş" Okulumuz Beyazıt'da. Beşiktaş o zamanlar kaçış yerimiz. Sahildeki çay ocağında alçak masalarda kitap okuyup, dalıp gittiğimiz yıllar. Vakit bol. Okumak için, aylaklık yapmak için, düşünmek, dinlemek, aşık olmak için. Her yeni insana emek harcayabilir, her acının üstesinden pekala gelebiliriz... Son otobüsle Beşiktaş'tan Beyazıd'a dönerdim. Çemberlitaş Kız öğrenci yurdunun kapıları isteksizce açılırdı. Kocaman göbekli, esmer adam kapıdan girenlere bakardı ve tanırdı. Kimlik göstermeden kalabalığın arasına karışırdım.

Kayıp Zamanın İzinde serisine başlamış sadece üç kitabını okuyabilmiştim. Şimdi eksik olan parçaları da tamamlamak için yine baştan okumaya niyetliyim. Proust'u otuzlu yaşlarda okumanın nasıl bir şey olduğunu çok merak ediyorum.

4 yorum:

seneryocu2 dedi ki...

Sevgili Çello,anlaşılan Oğuzun çalıştığı şirket,size pazarları yasakladı.Ama bu arada kitaplara dönmen güzel...Beşiktaştaki
cafelere,1990 dan beri ekim ve kasım aylarında 20-30 gün eşimle birlikte gün batımına yakın takılırız.Müşterilerin çoğunluğu bah
settiğin gibi 20 li yaşların başındaki öğrencilerdir.Kimisi grup,kimisi tek ,kimisi iki kişidir.Deniz dalgalı olduğunda,mutlaka ıslanırsınız ve bu arada farkında olmadan kahkaha atarsınız.Güler,öğleden sonra hadi gençlerin arasına gidelim de biz de gençleşelim der yola düzülürdük.Düzülürdük diyorum,çünkü iki yıldan beri o kafe tarihe karıştı.Dolmabahçe'nin kafeye bitişik bölümü başbakanın İstanbul ofisi haline getirildi.Çay ocağı yıkıldı,orası dümdüz betonlandı,artık gemi bekleyenlerin,gemiden inenlerin bir simit alıp,çay içecekleri,beş dakika yorgunluk atacakları,özellikle ceplerinde sayılı paraları olan,yurttan sıkılan üniversite öğrencilerinin buluşup sosyalaşabilecek ,ucuz temiz mekan yok oldu.Ne güzeldi o küçük tabureler ve sehpamsı masalar.....
Sevgili Çello,Proust'u okurken,Beşiktaştaki o kafeyi ve dolunayı da hatırlayasın istedim!!!

G ü n e ş K i t a b e l e r i dedi ki...

Istanbul'a geldigimde almak icin senin kitap listenden kitap begeniyordum, seninle kitap zevklerimiz uyar bilirim.Anar'dan Suskunlar var elimde ama bitiremiyorum, kitap yarisinda tikandi kaldi. Puslu Kitalar Atlasi gercekten cok güzeldi, acaba yazarin diger kitaplarina alisamayacak miyiz?Efrasiyab'i almayayim mi?

Cemberlitas'daki kocaman göbekli, esmer amca Abdullah, Elazigli: "katlara görevli cikacaktir, bayan ögrencilerin dikkatina!!!" Sanki yurtta erkek ögrenci varmis gibi =)

Hangi kitaplari önerirsin dostum, anlat?

çello çalan kedi dedi ki...

Ali Amca, izin verirsen şu canım dostuma bişeyler yazayım, senin mesajına cevap vericem ama zihnimi toparlamam lazım önce.

Cansuuum benim biriciğim, çok güldüm, koltuktan düşüyordum gülerken o derece. Demek Elazığ'lıymış, adını da unutmuşum bak. Senin hafızan benden çok çok daha iyi tabi. Ali Amca, belki bilmiyorsundur, seni de konuya dahil edip cansu'yu tanıştırayım, aynı yurtta farklı odalarda, sonra bir dönem aynı evde aynı odalarda kaldık, o yıllardan bugüne savrulduk ama işte hala uzaklarda olsak da birbirimizden anılarımızla, kimi zaman birbirmize mektuplarımızla birbirime dokunuyoruz. Güzel değil mi?

ayh, şimdi nasıl desem hem çok coşkulu hem çok hüzünlüyüm, ikisi bir arada her zman olmuyor. O günlere gittim, geldim, hay allah tahminimden daha fazla dağıldım. Dur toparlanayım.

Evet kitaplar... Yok Efresiyab'ın Hikayeleri'ni alma, bunu söylerken utanıyorum ama napiim dürüst olmalı insan. Puslu Kıtalar Atlası hala seninle di mi? Ki onu evet çok beğenmiştik.
Ben bu liste konusunda düşüneyim.
Ama Selim İleri ile tanışmanı çok isterim, -ilk aklıma gelen- Destan Gönüller beni çok etkilemişti de ikinci kez okumuştum yine.

Ben şu sıralar çok iyi bir okur değilim ama Büyücü mesela okumadıysan okumalısın derim. John Fowles'ın. Çok çok etkilenmiştim.

Ben bunu biraz düşüneyim olur mu? Şimdilik listeye iki kitapla başlayım, devam edeceğim.

çello çalan kedi dedi ki...

Ali Amca - Amca diyorum o kadar hukukumuz var artık di mi?- demek 90 dan beri gidiyorsanız 1995-2000 yılları arasında belki yan masalarda bile denk gelmiş olabiliriz kimbilir.

Ben istanbul'dan ayrılmadan önce bahsetmiş olduğunuz değişim başlamış ya da başlamak üzereydi. şaşırmadım bu duruma.

Galiba yaşam biraz böyle bişey. kimi zaman umut dolu, kimi zaman hayalkırıklığı bol değişimleri yanında taşıyor.

Pazar günü Swann'ların Tarafı'nı okumaya başladım. Çok değil azar azar okuyorum, kelimeleri biraz biraz sindirerek. Okuduklarımın bana nüfuz etmesini seviyorum. Nüfuz ettiğini ise misal ellerimi yıkarken aklıma gelip konan bir düşünceden anlıyorum. Okuduğum şey geliyor aklıma. oradan başka bir dala atlıyorum. Bu güzel. Çok güzel.

Cansuyla sık sık gittiğimiz erol taş'ın kahvesi de çok özeldir bizim için. Her gittiğimiz yerde bir garsonu arkadaş edinirdik. Garson abi bizden biri oluverirdi. Hikayesini bilirdik. Diyorum ya, dinlemeye vakit bulabildiğimiz yıllar...

Şimdi hayatımızın büyük kısmı işyerinde ve bir odada işte bu ekrana bakarak geçiyor.

En azından bu şartlar altında olan şartları güzel kılabildiğimi düşünüyorum. Sanırım yanılmıyorum...
Sevgiyle