9 Kasım 2010 Salı

Hayat devam ederken

Bugün
 
Sabah uyandım, erkenden. Oğuz'un da erken çıkması gerekiyordu hem. O benden önce çıktı. Ben 8:15 sularında evden ayrıldım. Normal zamanda 8:45 gibi çıkıyorum. Evden çıktığımda hava sütlimandı, serince ama duru. Azıcık da rüzgar var. Aile hekimimin muayenesinin önüne geldim. Sıra numaramı aldım. 1 numarayım. Güzel. İşe çok geç kalmayacağım. İçerisi çok sıcak olduğu ve üzerimdeki montu çıkarmaya üşendiğim için dışarı çıktım. Kapının önündeki banka kuruldum, bir su damlası elmacık kemiğimin hemen üzerinde. Hay allah, yağmur mu? Biraz sonra doktoru gördüm. Geliyor. İçeriye girdi, önlüğünü giydi, bembeyaz. Beni çağırdı. Ben dediysem adımla değil elbet, unuttun mu? O an için ben 1 numarayım. Tiroid hormonlarımın ölçümü yapılacaktı, 3 ay önce bu tahlili yaptırmam gerekiyordu aslında, biraz geciktim kusura bakmayın dedim. Bembeyaz önlük beni anladığını kafasını sallayarak belirtti. Bilgisayara döndü. Yazdı yazdı ve en sonunda tıkladı. Hemşire "hadi benimle gel" dedi. Peşinden gittim.
 
Sabah böyle başladı. Durgun bir hava. Sonrası epey fırtınalı. Rüzgar çok, ama çok kuvvetli. Sanki çatılar uçtu uçacak. O derece. Biraz önce Oğuz aradı, gökkuşağı çıktığını söyledi neşeyle.
 
Dün
 
Eve gelmeden önce çarşıya gittim. Motorla. Giderken Davut'u gördüm, durakta dolmuş bekliyor. Atla dedim, çarşıya gidiyorum nasılsa. Bankaların orada bıraktım onu. Motoru nereye bıraksam diye Oğuz'a sormuştum, "Recai var bizim işyerinin orada, otoparkçı, onu bul beni söyle". İyi de Recai o saatte gitmiş, bakkal var sadece, bakkalın gözü önüne park ettim, kaskı da kır saçlı bakkal amcaya bırakıverdim, elimde taşıyacak değilim ya. Çarşıda ilk işim telekom bayisi. İnternet paketimizi değiştirdim. Oradan çıktım. Kaç zamandır istediğim ama bir türlü bulamadığım postallarımı buldum. Nihayet. İşlerimi bitirdiğime göre artık eve dönebilirim.
 
Yemekte ıspanak var. Yesem mi yemesem mi? Yedim. Ve bilgisayarımın başına geçtim. Bir süredir boş zamanlarımda -ama özellikle iş saatlerimde- nefes almak adına, kendimi iyi hissetmek, enerji ile dolabilmek, ne okuyacağıma karar vermek, ne izleyeceğimi kestirebilmek ... İşte bunun gibi bir sürü şey için Endişeli Peri'yi okuyorum. Kendisini bir yerde pusula gibi kullanıyorum. Hoşgörsün beni. Cebimde taşıdığım bir yol gösterici gibi. Edilgen olduğum zamanlarda özellikle, hareketlerimi kısıtlayan ve ne olduğunu tam kestiremediğim ama kendi kendime edindiğimi de çok iyi bildiğim engellerin süpürgesi o benim için. Geçen gün izlediği bir film vardı, oturdum onu izledim. Nothing Personal. Avrupa Sinemasını severim. Yavaşlığı büyüler beni. Durgun bir yaşam, kimsesiz bir ada, sadece iki kişinin oynadığı bir film ilgimi çeker. Minimal hareketler ve iç dünyalarındaki çalkantılar sıkıcı değildir hem de hiç... Oğuz gelene kadar filmi izleyebildiğim kadar izledim. O gelir gelmez ara verdim. Mutfakta çay sohbeti, günümüzü anlatıp durduk, ben botlarımı gösterdim tıpkı bir çocuk gibi sevinçle, sonra sinemaa.com sitesindeki filmleri, izlediğim filmi... Tıpkı birer ayna gibi...

4 yorum:

seneryocu2 dedi ki...

Sevgili Çello,guatr'ın sonucu ne oldu merakta bırakma!!!!!!
Günlük hayat dünyada bu minval üzere sürüp gidiyor,kısa süreli çocukça sevinçler ve yine çocukcça hüzünler.Kolay kolay başkalarına öğüt verip yol göstermek istemem.Dünyadaki en kolay şey öğüt vermektir.Ancak,bazıları konuşmalarıyla,yazılarıyla,davranışlarıyla bana öğüt verirseniz tutacağım,yol gösterirseniz yolunuzdan gideceğim sinyalini verirse onlara bir iki söz söylerim.Bu gün böyle bir bloga rastladım.Kızcağız öğrenci,ama dolu dolu senin gibi okuyup yazan
bir öğrenci.Bloğunun adı da MANTIK-I TUK TAYR bir bakarsn sevinirim....

seneryocu2 dedi ki...

Askerlikte sevdiğim tek özellik vardır Çello.Komutan yanlış bir söz söylediğnde,DÜZELTİYORUM der,doğrusunu söyler.Ve inanır mısın bundan zerrece gocunmaz hicap
duymaz.Oysaki bazılarımız yanlış söylediğimizi inkar etmek için neler neler yapmayız.Kimbilir kaç milyonlarca eş sırf bu yüzden,düzeltiyorum yanlış yaptım sözünü söylememekten yıkılmıştır.
Mantıku't Tayr olacaktı doğrusu.

Görüyorsun Çello ,lafı nasıl uzatıyorum.Daha doğrusu kendimle konuşuyorum....

çello çalan kedi dedi ki...

Ali Amca, benim tiroid sorunum kronik. hipotiroid durumunda. Ömür boyu kullanacağım bir ilacım var. Sadece 3 aylık periyodlarla tahlil verip kullandığım dozun yeterli mi fazla mı olduğu anlaşılıyor. Yani korkulacak bir durum yok merak etmeyin.

İkinci mesajı ilk okuduğumda zannettim ki sizin komutanınız düzeltiyorum diyerek düzeltirdi. Sonra bir kez daha okudum ve eğer doğru anladıysam tüm komutanlar bu şekilde düzeltiyorum diyorlar öyle mi? Eğer öyleyse eh evet askerliğin güzel bir tarafı da varmış meğer.
Oğuz silahlara karşı çok aşırı hassas. Negatif anlamda. Askerliğe de keza öyle. Şansı yaver gitmiş de bir ay bedelli olarak askerliğini gerçekleştirmiş. Bizim evde anlatılacak askerlik anıları olmaz o yüzden.

siz hep böyle gelin kendi kendine konuşun, bu konuda evsahibesi olarak sizi ağırlamaktan mutlu olurum.

Blog dünyası dipsiz bir kuyu. İlk fırsatta referans verdiğiniz bloğa geniş yer ayırmayı isterim. Ama itiraf etmeliyim ki, blog yazıları da tıpkı facebook gibi zamanı ele geçiren mekanlar internet ortamında. bir süredir blog okuma alışkanlığımı minimuma indirdiğimi farkettim. Sıkıldığımdan değil, iş dışında kalan zamanda yapmayı dilediğim şeylerin fazlalığından. Eve, evin alışverişine vb. gibi sorumluluklarım da var elbet. Geriye kalan zaman biraz sinema biraz kitap, duruma kendini şekillendiriyor. Yani iyi biz izleyici olamayabilirim, bana kızmayın. Ama siz yazarsanız durum başka olur. Sizi hep okur, kendinizle konuşmalarınızı zevkle dinlerim. :)

seneryocu2 dedi ki...

Sevgili Çello.Troidinin korkulacak bir durumda olmamasına sevindim,benim hanımda.yani Güler Teyzende de ayni sorun vardı,umursamadık,ne de olsa Türk Milletiyiz ya ,bize hiç bir şey dokunamaz,biz eski toprağız falan filan.....Altmış yaşında ameliyat olmak zorunda kaldık.Ömür boyu sabahleyin kalkınca aç karnına LEVİTON diye bir ilaç kullanıyoruz.Şimdilik çok sağlıklıyız.

Gelelim askerlik konusuna tüm komutanlar öyledir.İkincisi ben de 1975 de 4 ay,tatili düşersek 3.5 ay askerlik yaptım.Askerlikte 3 kez tabancayla,3 kez de tüfekle olmak üzere toplam 6 atış yaptım.Bir kez de 13 yaşında yanlışlıkla tüfekle atış ve o da neredeyse arkadaşımın kardeşine isabet edecekti,Allah korudu...Ateş etmek öldürmek yok etmek kitabımızda yazmıyor.İnan bazen mutfağı karıncalar sarıyor,onları lavobonun deliğine gönderirken bile bir an düşündüğüm oluyor...

Blog konusuna gelince yerden göğe haklısın..Hele senin gibi çalışan,zamanı kısıtlı,yerine getirmesi gerekli bir çok görevleri olan ve de üstelik kadın olan ve de üstelik Türkiyede yaşayan bir eş için imkansızı istemek gibi bir şey benim istediğim....Cümle uzun oldu,ipin ucu kaçtı galiba..Ama olur bazen.Kim kaçırmıyor ki ipin ucunu...En başta siyasetçiler....

Demem o ki,İstanbul'dan kızcağızın biri Uşak iline okumaya gelmiş fakat umduğunu bulamamış.Okumasının da şart olduğunun bilincinde.Fakat hocalarının destekten ziyade köstek olduklarını görüyor,Türkiyede iyi dediklerinin çoğunluğun ezici oyuyla kötü algılandığını görüyor.Bankamatiğe gittiğinde,Allahım ne olur 80 liranın altında olmasın bakiyem diye dua ediyorken,bir de bakıyor ki 180 küsur lira..Hemen 20 lira çekip önce kitapçıya,sonra simitçiyekoşuyor.En beğendiği kitabın CEMİL MERİÇ tarafından yazıldığını ve Türkiyede 31 adet sattığını görünce kahroluyor.....



Sevgili Çello,işte okumaya zamanının olmayacağını ve belkide okumayacağın blog yazarı 20 lerinde 25 lerinde Türkiyeden insan manzaralarında rastlıyabileceğimiz yüzbinlerce örnekten sadece biri bu kızcağızımız.

Ama bu suretle bloğu da sana okutmuş oldum.Umarım bana kızmadın.Farzet ki Selim İleri'den iki sayfa okudun....
Oğuza benim de pek fazla askerlik anım olmadığını ilet lütfen.....