31 Ağustos 2010 Salı

Bir yaz tatili gelip geçer Çello'nun başından

Gidiyorum bile diyemedim buradan, yok yok apar topar çıkılan bir tatil değildi aslında. Bu yaz Oğuz ile ayrı ayrı noktalarda geçirmek zorunda kaldık tatil günlerimizi, O Güzelçamlı'ya (Kuşadası) ailesini görmeye gitti, ben yeğenler ve kuzenlerle Güzelyalı'ya (Çanakkale). Benim için Oğuz'un yokluğu dışında her şey tastamamdı, dinlendim, yüzdüm, okudum, bazen kılımı bile kıpırdatmadım, tüm kaslarımın gevşediğini hissettim, tatil zaten biraz da böyle bir şey değil mi? Gelince iki gün süren depresyonumu da yaşayarak tatil sürecimi tamamladım.

Bir yere giderken ille de birşeyler unutulur ya, fotoğraf makinemin şarj cihazını unuttarak ritüeli tamamladım. Yanımda getirdiğim pil neredeyse minimumda çıktı. İşte bu şartlarda aşağıdaki fotoğrafları çekebildim.

Çanakkale'ye geçmek için feribot bekliyoruz.

Bir yaz günü çocukların birbirlerini denize atma yarışına gülümsüyorum.



Kitap okumak için ne şahane bir yer seçimi. Ne zaman okuyan birini görsem içimi tarifsiz bir duygu kaplıyor, hele de bu bir çocuksa...



Karşıda tontiş kolları olan kişi annem, her sabah uzun süren kahvaltıların ardından uzun süren kahve sohbetleri yaptık birlikte.

Bu motorun yanından her gün geçtim, motor 50 cc lik Honda ama üzerindeki yazıya her defasında çok güldüm, neden böyle yazıldığını da kimseye soramadım.



Yanımda okumak için Selim İleri'nin Oburcuk Mutfakta kitabını aldım, nefisti... Kızılcık şerbetlerinden, menekşe şuruplarına, sahlep gecelerinden sofra sohbetlerine leziz bir anı kitabı okudum...





Burası Vahit'in Yeri, Ayazma Plajı, Bozcaada.
Bir sabah atladık arabalara, Güzelyalı'dan yola çıktık. Sırasıyla Yenimahalle, Taştepe, Pınarbaşı, Mahmudiye, Üvecik, Kumburun, Çamoba köylerinden geçip Geyikli'ye vardık ve feribota atladık. Sanıyorum 25 dakikalık bir yolculuk sonrası Bozcaada'daydık.



Vahit'in Yeri'nde yedik içtik, plaja inip denize girdik. Denizde balıklarla birlikte yüzdük, hiç ama hiç denizaltındaki canlılarla bu derece yakın yüzmemiştim, şnorkel kullandım, dakikalarca balıkları izledim, su harikaydı...

Muhteşem Bozcaada sokakları...



Bilenler bilir son dönemde sandalyelere düşkündüm, fotoğraflarını çekip duruyordum, bunları görünce nefesim kesildi... Çok heyecanlandım.


İşte o an siesta yapan bir dükkanın önü, sandalyaler yine harika... Mavinin yanındaki koyu renkli olanın sırt kısmında Aşk yazıyor ...

O sandalyenin neden orada olduğunu öğrenemedim.






Burası Rengigül Sanat Galerisinin önü. Pınar Akarsu'nun suluboya resim sergisi var içeride, harika bir müzik sokağa yayılıyor, kim diye soruyorum, kağıda yazıp elime tutuşturuyor galeridekiler, "Placido Domingo - The Tenors". Sokağın dokusu, resim, uyuklayan kedi, Domingo'nun sesi, rüyada gibiyim...

Ah şimdi gel de burada bir kadehcik rakıyı tokuşturma sevdiğin biriyle.





Oğuz; Belki gelecek yaz, bu turkuaz -beyaz masalarda seninle birlikte oturabiliriz. Tek eksik dediğim gibi buydu benim için, gerisi rüya gibiydi işte...

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Ağustos filmleri






5 Ağustos 2010 Perşembe

Ne vardı?



Oturuşu ve bakışı ile böyle sorar gibi di mi?

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Yepisyeni

Fotoğrafı oturduğum yerden çektiğim için böyle titrek ve detaydan uzak oldu, kullanması çok zevkli, çok keyifli, akşam olduğunda "sabah olsa da onunla işe gitsem" dedirten cinsten... Bu kız pazar günü bizi işte buraya getirdi...

Masaya yayıldık, Oğuz Kırlangıç ile Tekir Kedi'yi okuyor, ben Endişeli Peri'nin yazdıklarını getirdim yanımda, Nisan 2009'a kadar gelmişim, zaman zaman Oğuz'a da okuyorum, üzerine konuşuyoruz, hani dün neredeyse tüm gün Peri de bizimleydi, üstelik sabah lokalde bi başımıza piknik yaparken kitaplar üzerine yazmış olduğu mimi Oğuz'a okuduğumda, Oğuz " şimdi hemen eve gidip kitap okuyasım var" demişti, o kadar özendirici, o kadar kışkırtıcıydı yazdıkları... İçimden, "eğer Peri bunu görse, bu kadar keyifli bir ortamda okunduğunu bilse çok mutlu olurdu" düşüncesi geçti.
Diyeceğim o ki, yeni kızımız bizi hayatımızda yepisyeni bir döneme geçirdi. Tadını çıkarıp keyif çatıyoruz, öyle işte.

1 Ağustos 2010 Pazar

Öyle bir gündü...



Bir pazar günü ormanın içinde yumuş yumuş olmuştuk, atladık arabaya, mekan değiştirelim dedik, amacımız Fazlı'nın Kahvesine gitmek, yanımızda Baykuş var, yolumuzun üzerinde olduğunu farkedince Sultan II. Bayezid Külliyesi'ne çevirdik rotamızı, Külliye'nin içindeki Sağlık Müzesi'nde çıktı karşıma bu sandalyeler... O güne dair üzerimde bir duygusallık, biraz sulugöz hâlim, uzaklardan gelmiş Baykuş'un huzur veren nefesi, ağaçlar arasında dolanıp dururken... Öyle bir gündü, güzeldi, güneşli, bulutlu, neşeli, hüzünlü...
Sandalyelerin daha değişik bir versiyonu için buraya tık tık