8 Kasım 2012 Perşembe

Bir kereviz hikayesi, Ege ve sevgili Tezer Özlü

Koca bir yaz geçti, hiç bu kadar Ege'de olmayı istememiştim. Şimdi oraları hem bu kadar yalnız ve ıssızken, oradaki sessizliğin içinde bulmak istediğim birşeyler var gibi hissediyorum. Sanki hafızamı yitirmişim de oralar bana geçmişimin kapılarını aralayacakmış gibi. Bazı yerler ne tuhaf, hiç işleri güçleri yok, oturup seni çağırıyorlar, "bana geel, bana geeel"

Rutin yaşamın içinde sabah bakkala gidip ekmek almak, komşularla ayaküstü sohbete dalmak, yöresel tanımlamaları öğrenmeye çalışmak, oltayı denize atmak, kadehe rakı doldurmak, inceden çalan bir radyo kanalı bulmak... Böyle gider bu.

Burada ne yapıyorum? Pazarda havuç, yeşil soğan, pırasa, maydanoz ve dereotunu hep aynı satıcıdan alıyorum. Bembeyaz dişleri olan, kocaman gözlü, güzel gülen kadından... Nasıl olduğunu sorduğumda "Seni gördüm daha iyi oldum" derken gözlerimin içine bakan, her gidişimde asma yaprağı olduğunu anımsatan, sonra durup " aa sen saramıyordun, çalışıyorsun" cümlesi kuran, güzel esmer kadın, buranın yerlisi...

Bugün bu kışın ilk kerevizini pişirdim. Sen nasıl pişiyorsun bilmiyorum, ben düdüklü tencerenin içine soğan, patates, havuç, bezelye, kereviz ve kerevizin yapraklarını koyuyorum, bir portakalın suyunu ilave ediyorum, tuz ve elbette bir kesme şeker, zeytinyağı. Bunların hepsini koyduktan sonra pişiriyorum. Kavurmak yok, kendi buharında.

Oğuz bu yemeğe bayılıyor, hepimizin başına gelen onun da başına gelmiş, kereviz salçalı olarak pişirilip patateslerle birlikte yedirilmiş, ben hep bu patatesler bozuk dediğimi anımsıyorum anımsamasına da, annemin bana ne cevap verdiğini bir türlü çıkaramıyorum, sorsam şimdi, o da bilemez.

Kereviz hikayesi böyle, "ege kasabasına gitmeliyim çok acil" hissimin verdiği o hafif burukluk dışında -elbette gidemediğimden ötürü o burukluk- ben iyiyim. Sanırım son üç dört aydır hiç olmadığım kadar iyi...

Günü yine Tezer Özlü ile bitirebilirim şimdi. Vol 2...

"İnsan yaşamının mutlak en önemli olgusu sevilen bir insanı özlemek, istemek. Onun yanındayken de özlemek, istemek. Oysa yaşam genellikle insanın bir başına kalması. Uykuda. Uykuyu ararken. Derin uykuların ötesinde bile zaman zaman düşünde sezinlemiyor mu insan birbaşınalığın çaresizliğini. Yollarda. Okurken. Pencereden caddelere bakarken. Giyinirken. Soyunurken. Herhangi bir kahvenin içinde oturan insanlara gelişigüzel bakarken. Hiçbir şey aramazken. Herhangi bir kahvede oturan insanları görmezken, başka olgular düşünürken... Yosun kokusunu yeniden duymaya çalışırken, bir kavşakta karşıdan karşıya geçerken, arabalar dünyasında yaşadığını son anda algılarken, büyük bir bulvarın tüm kahvelerinde oturanlardan hiçbirini tanımazken, bir mağazadan gelişigüzel yiyecek seçerken, ya da bir satıcıdan herhangi bir malı isterken, aynı anda özlem ve yalnızlıkları düşünürken, gidenleri, gelenleri, bölünenleri, ölenleri, doğanları, büyüyenleri, yaşamak isteyenleri, yaşamak istemeyenleri özlerken, severken, sevilirken, sevişirken, hep yalnız değil miyiz."

6 yorum:

gri kent sakini dedi ki...

Kerevizin nefis kokusu buralara kadar geldi Çello... ben çok özlüyorum eski semtimi, özlediğim o içinden çıkılmaz kaosu değil elbet, demir kapıyı açıp dışarı çıktığımda karşıdaki berbere hayırlı işler diyebilmek ve kıraathanesinin önünü sulayan abimize günaydın... şehir bunları yutuyor yavaş yavaş... ve bu yüzdendir ki en büyük düşümüz bir Ege kasabasında yaşlanmak... o düşü gerçeğe dönüştürmek için çekiyoruz şimdilerde cezamızı... Müebbet değil ya elbet bu hapis, kalem kırılmadı ya... gün gelir elbet... Bu arada Tezer Özlü muhteşem ifade etmiş yalnızlığı...

çello çalan kedi dedi ki...

Ne yalan söyleyeyim, senin kereviz sevmene çok şaşırdım. Kereviz hak ettiği ilgiyi ve beğeniyi alamayan mağdur edilmiş bir sebze. Bak bize geldiğinizde rahatlıkla kereviz pişirebilirim demek, ne hoş.

Şimdi, şehir yaşamından kopmanın asosyal belirtileri konusuna hiç girmeyelim, gün bitmez.

Tezer Özlü her daim okunabilir bir yazar değil hani, sindirilerek, Gıdım gıdım. Çok kıymetli bir şarabı tüketir gibiyim Tezer Özlü okurken, öyle işte sevgili gks...

G ü n e ş K i t a b e l e r i dedi ki...

verilen iki tariften bu sefer yiyecek ile ilgili olmayanini calacagim :D fakat ilerleyen günlerde onu da calmayacagima garanti veremiyorum... yalnizlikla icinde kayboldugum kahve fincanimin önemli bir yer teskil ettigi yalniz bir sabahtan kocaman bir günaydin o zaman...

çello çalan kedi dedi ki...

canım cansu, bu pazar sabahı erken bir saatte oturmuş mutfak masasına gks'nin tavsiyesi bir müzik adamını (olafur) dinliyor ve bir yandan da bir şeyler okuyorum. oğuz uyuyor, pirinç dün yaptığım cevizli kekin tadına bakmak istedi, bir çimdik verdim, kahvem yanımda, sen yanıbaşımdasın. burası dostlarımın toplandığı yer.

seni çok özlüyorum.

seneryocu2 dedi ki...

Sevgili çello yazmamakla, yazmaya ara vermekle,kendine ve seni tanıyanlara haksızlık ediyorsun ! Bak ne güzel bir kereviz yemeği pişirmişsin,ne garip değil mi, bugün bizim evde ve Ege'nin bir ilçesi Salihlide senin tarifine uygun bir kereviz yemeği pişti.Ve biz de mevsimin ilk kerevizini afiyetle yedik.. Sizden farklı olarak,iki emekli bir çift,gelecek endişesi olmayan huzurlu bir çift olarak. Yaşlılık bazılarının sandığı gibi korkulacak bir şey değil.Her günü doyuncaya kadar yaşıyorsun.Gece istersen saat onda,istersen sabah ezanı okunurken yatıyorsun.Çok uzaklardan kırk yıl,elli yıl öncesi bir arkadaşın telefon ediyor ve seni davet ediyor;tamam diyorsun haftaya oradayım...

Sevgili Çello,emeklilik yıllarında Oğuzla sana bir ege kasabasında mutluluklar dilerim... Güzel Çamlı mıydı Oğuzun memleketi ? Sanki öyle hatırımda kalmış....

çello çalan kedi dedi ki...

Ali Amcaaaaaa :)
Hayır doğru anımsıyorsun Güzelçamlı. Gerçi orası Oğuz'un anne ve babasının emeklilik yıllarını geçirdikleri yer, gerçek memleketleri değil ama olsun biz de belki onların yolundan gider, yazları gideceğimiz yer olarak orasını seçeriz.

Ne hoş oldu böyle ses vermeniz, çok sevindim. Ellerinden öpüyorum.

Sevgiler.