Zihnimdeki ilişkiler yumağı kördüğüm oldu bugünlerde. Anılarında sürüklendiğim birkaç insan var. Sarıp sarmalamak istediğim ama hem fiziksel uzaklık hem ruhsal dengelerimizin senkronize olamamasından ötürü görüşemediğim…
Şimdi böyle diyorum ya, aynı kişiler ile kafamın içinde kavga ediyorum. Alıp veremediğin ne diye sorsa biri, inadına inadına hiç derim. Onlarla alıp veremediğim hiçbir şey yok. Aramızdaki her şey tuz buz olmuşsa olmuş, kimin umurunda. Dilimin zehirli bir tarafı var ya, görüşemiyor oluşumun suçlusu onlarmış gibi hıncımı zihnimdeki onlardan çıkarıyorum, gerçek hayatta henüz çıkarmışlığım yok, benimkisi kendi kendini zihnimde tatmin.
Üzerime düşen görevi yapıp işin fiziksel uzaklık kısmını aşabilirim aşmasına ama görüyorum ki ruhsal senkron kaçmış bir kere… Bir reaksiyon beklemiyorum sanıyorum ama istediğim gibi bir reaksiyonu alamadığımı görünce meğer beklediğim bir reaksiyon varmış farkındalığı ile yüzleşiyorum. işte bu noktada onlar için değerli olmak, çok sevilmek, çok özlenmek anlamını yitiriyor, “İstediğin kadar özle beni, önemse, sen bana bunu hissettirmedikten sonra kimin umurunda” diyorum içimden. Tüm bunlardan sonra önemsediğim kişiyi bir anda yok sayıyorum. Hoş bu yok saymalarımdan da haberleri olmuyor ya, tavşan ve dağ arasındaki ilişkinin temelinde bu düğümsel yumağın yattığını içten içe sezinliyorum.
Bir yandan kafamın içinde çocukça küskünlükler kalmasın istiyorum. Ama diğer yandan büyükler de çocukça yaralayabilme hakkına sahip değiller mi kendilerini? diye soruyorum sanki bir yanıt alabilecekmiş gibi…
21 Ekim 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder