19 Nisan 2011 Salı

Muazzam sesli çatal kuyruk


Bu fotografı çekeli yıllar olmuş. En büyük merakımızdı o zamanlar, her yıl evimizin kuytu köşesine gelip etrafımızı şenlendiren kırlangıçlar, acaba geçen yıl göç edip giden kırlangıçlar mıdır? Hani canlarını sıkmayacağını bilsek yakalayıp o minik ayaklarına boncuk takıp merakımızı gidereceğiz, o derece. Hepsi birbirinin aynısı tıpkısı olunca iş zorlaşıyor, tanıyamıyoruz. Kırlangıçlar ne zaman gelse bizim için bahar da o zaman gelirdi. Ne onların gelmelerinden önce, ne ağaçların çiçeklenmesinden... Hayatımızın bahar çanlarıydı onlar. Sesleri muazzam. Bu üzerlerinde durdukları kablo annemlerin dünya ile sesli iletişimini sağlayan bir kablo, hala da durur evin girişinde öyle. Kırlangıçlar çok enteresan kuşlar. Çok zarif, çevik, hızlı. Diğer göç eden kuşlar gibi vücutlarının göç öncesi bakıma girip yağ depolamasına gerek yok, uçarken o ters üçgen gaga açılıyor ve gelsin sinekler böcekler, böylece enerji tamam. O bilindik çatal kuyrukları bir nevi direksiyon. Belki diğer kuşların da kuyrukları direksiyondur da ben sadece kırlangıçlarınkini bildiğim için burada onlara özgüymüş gibi anlatıyorumdur, emin değilim, bu konuyu bilse bilse Atze bilir, ona da bir sormak gerek. Wikipedia da hayatımıza bir yere kadar gelip yerleşsin, insani iletişime devam, konu dağıldı, diyeceğim o ki, iki gün önce bu yılın ilk kırlangıcını gördüm, şen şakrak seyrediyordu gökyüzünde. Ha bak şimdi anımsadım, evimizin girişine yuva yapan kırlangıçlarımız bazı seneler bir bazı seneler iki kez yumurtlardı, bu yumurtadan çıkan tüysüz şeyler artık nasıl oluyorsa tuvalet eğitimini ilk günden alırlar, güzelce arkalarını dönüp tuvaletlerini yuvanın dışına ama bizim merdivenlerimize yaparlar, bizim de yavrulara dair ilk gördüğümüz tüysüz popoları olurdu, sonra işte zamanla tüylenir pırıl pırıl parlarlar ve ilk uçma denemelerini bizim evin merdiveninde yaparlardı, elimi uzatsam sanki alçak bir ağaçtan elma toplayabilecek kadar yakın, durur izlerdim. Bahsetmeden geçemeyeceğim diğer konu bahçemizdeki kediyi gören annenin ya da babanın yavrulara "saklanın!" emrini verdiği andaki feryadı olurdu. Mesela biz mutfakta öğle yemeği yiyoruz ailecek, o feryat mı duyuldu, "çello kalk da kediyi kovala" uyarısını beklemeden kalkar kırlangıçlarımıza saldırıda bulunmaya niyetlenen düşman kedileri bahçemizden kışkışlardım. Kedi gidince ses normale döner, kaşıklar çatallar masada ahenge kaldığı yerden devam ederdi. Kırlangıçlı yaşam güzeldi. Geriye iyi ki çekmişim dediğim bu fotoğraf kaldı. Anılarım ve onların bana duyumsattıkları elbette hep benle...

9 yorum:

Ayça Yaşıt dedi ki...

Sevgili Çello Çalan Kedi,

Çok güzel bir yazı bu. Biliyor musun Justine'nin kuşu kırlangıç. Senin kuşun da kırlangıç mı acaba? Fotoğrafa bayıldım, bayıldım.

Kuyruk yalnızca kırlangıçların direksiyon/dümen olarak kullandıkları uzantıları değil. Fakat kuşlar arasında sanırım en ustalıklı kuyruk kullananlar kırlangıçlar. Çoğu kuşun sarsıldığı rüzgara, kırlangıçlar keyifle atlıyorlar. Kırlangıç yüksekten uçuyorsa havanın açacağına, hafif meltemlere işaretmiş. Alçaktan uçuyorlarsa muhtemelen fırtınayı haber veriyor olurlarmış.

Fakat hiçbir ansiklopedi bilgisi, böylesi bir anının mutluluğunu içermez.

Sevgiyle.

çello çalan kedi dedi ki...

sevgili Atze, hiç duraksamadan cevap vereceğinden öyle emindim ki. :)

beni kendine çeken, hayran bırakan, diğerleri bir yana onlar bir yana dediğim, tılsımlı bulduğum kuş cinsi elbette kırlangıçlardır, bu durumda benim de kuşum kırlangıç oluyor değil mi? Yoksa dergilerdeki gibi bir test mi var çözeceğimiz?

Bigün annemle karşıkı sokaktan evimize doğru geliyoruz, yakın akrabalardan birinden dönüyoruz. Bizim evin önünde bir kalabalık oluşturulmuş çocuklarca, bişeye odaklanmışlar, yanlarına gittim, ellerinde bir kırlangıç, ayağında bir ip, uçurmaya çalışıyorlar ama iple bağlayarak. Kötü insanlar her yaşta kötü. O çocuklara hala kızgınım farkındaysan. Ellerinden yaralı kırlangıcı aldım, eve geldik, kutuya pamuk koyup üzerine koydum, su içer mi bilemedim, canı yanıyor belli, hırpalamışlar, ayağı kanamış, kafası pek yukarda durmuyor, kutunun üzerine bir tülbent attım, arada gidip bakıyorum, annem pansuman da yaptı yanılmıyorsam, bir süre sonra baktım sırtüstü yatıyor, anneme gittim, çok derin uyuyor sırt üstü yatmış bizimki dedim, ben kuşların da bizler gbi sırtüstü uyumayacağını işte o gün öğrendim, sonra bahçede bir mezar kazdım tabi çocuk aklımla, ne zamn sonra bilmiyorum bir serçe gömüldü onun yanına, ama bir ağaçkakan oraya gömülmekten kurtuldu hiç olmazsa.

ağaçkakan iyileşene kadar epey yaşadı biliyor musun bizim evde, koltuklara ve sehpalara gerekeni yapmaya başladığında doğaya bıraktık.

Peri sayesinde geçen yaz okuduğum bir kitap var, Amado'nun Kırlangıç ile tekir kedi/Büyükler için fantastik bir aşk öyküsü. Çok sevmiştim onu. Çok çok dokunaklı bir hikaye.

Daldım gittim yine konuşmaya Atze. Sevgimle.

Ayça Yaşıt dedi ki...

Bu eminlik durumu beni şaşırtıyor Çello Çalan Kedi. :) Kötü birşey değil.

Biz çok sık taşınırdık. Ama her gittiğimiz vilayette her nasılsa mahallenin tüm hayvan durumları benden sorulurdu. Bu hayvan severlik durumunun bir "özellik" niteliğinde olduğunu böylece anlamıştım. Ben sanıyordum ki bitkiler, hayvanlar, insanlar bir dünyayı paylaşıyoruz, kimse bunu sorun etmiyor. Ediyormuş.

Yeni taşındığımız bir vilayette, hiç tanımadığım bir çocuk gelip "şurada bir kedi doğurmuş" diye bilgi verdiğinde anladım, ben "hayvansever"dim, bu bir "özellik"ti ve insanlar beni böyle tanımlıyordu. Bana haber veriyor olmasına sevindim elbette ama bunu direkt bana haber vermesi gerektiği fikrine nereden sahip olmuştu kavrayamıyordum.

Sonra bir kediyi, köpeği severken yine hiç tanımadığım insanların iğrenti nidalarını duyardım. "Iyyğ sevme kuduz olursun, bitlenirsin, pirelenirsin, ısırırsa ölürsün...." Birde çocuksundur, anlatamazsın bit nedir pire nedir, nasıl bulaşır, ölümcül ısırık hangi şartlarda olur, kuduz nasıl anlaşılır. Hele de atgözlüğünden vazgeçmeyen ve alt tarafı "bir çocuk" küçümsemesiyle yaklaşan kimselere, her kelimeyi ayrı ayrı açıklama çabası işlemiyordu.

O kırlangıcı haşin çocukların elinden alman, beni bu dünyaya ısındırıyor. Hem de sen bir kedisin :), bir ağaçkakanın hayatını kurtaran kedi.

Kitap listemde Kırlangıç ile Tekir Kedi de var, henüz okumadım. Teşekkürler Çello Çalan Kedi.

Sevgiyle.

çello çalan kedi dedi ki...

işyerimizin bahçesinde bizim sigara içmek için oturduğumuz duvarın bir kısmı oyulmuş, oyuğun içini kertenkelenin biri yuva bellemiş, her güneş oraya düştüğünde önce kafasını sonra gövdesini çıkarıyor, tek istediği güneşlenmek. işyerindekiler tutturdular, öldürelim. önce taş attılar, olmadı, bizimki taştan hızlı. bir gün ilaçlamacılar geldi her ay olduğu gibi, depo ilaçlanacak. dediler ki kertenkeleyi de ilaçlayalım, ilaçlamacı ona uygun ilacının olmadığını ama fare yapışkanları ile yakalanabileceğini, yuvanın önüne konursa sorun olmayacağını söyledi, yapışkanı yuvanın önüne koydu gitti, ben ruşen'in (adı bu oldu) yakalanmayacağını umuyorum, ruşen bir gün baktım, tuzağa yakalanmış, öldü sandım, kalbi pıt pıt, vücut milim kıpırdamıyor ama, geçirdim elime eldivenleri, aldım kartonu elime, 20 metre uzaktaki çimlerin üzerine geçtim, aldım elime inceden bir ağaç dalı, usul usul yapışkandan kurtarıyorum, deriye de zarar gelmesin istiyorum, ruşen resmen kendini ellerime teslim etti, hiç itiraz etmedi, yapışkandan kurtardım, bıraktım çimlerin üzerine, masama döndüm, kızlar ruşen zehirleyecek seni diyorlar ben de hastaneye götürdüğünüzde beni neyin zehirlediğini biliyor olacaksınız en azından cevabı veriyorum. aradan biraz zaman geçti, merak ediyorum ruşen hareket etti mi acaba, gittim baktım, bıraktığım gibi, yapışkan vücudunu o kadar kaplamış ki bu sefer de toprağa yapışmasını sağlamış, inat ettim, yine aldım elime bir çubuk, hani resmen yapışkandan arındırdım, baktım yavaş da olsa hareket ediyor, bir ağaç var, onun altına bıraktım, akşam eve geldiğimde oğuz'un omzunda durumu hem anlattım hem doyasıya ağladım, gözümün önünden sabit kalmış kertenkele gitmiyor, atze kalbini görmelisin pıt pıt, derisine hiç bu kadar yakından bakmamıştım, muhteşem, ayakları da öyle, insan olmak istemiyorum dedim o akşam, insan sınıfından çıkarın beni. eh bu da ütopik bişey kabul ediyorum. neyse o akşam öğrendim ki sıvıyağ o yapışkanın panzehiri, bir şişeye yağ koydum, bir de yoğurt kabı havuz niyetine, eğer hala ağacın orada bıraktığım yerdeyse yağ havuzunda ruşeni yüzdüreceğim, plan bu. son plana gerek kalmadı, ağacın altında yok, oğuzu aradım, dedi ki derisini çok kolay yenilerler merak etme, gitmiştir o. aradan üç gün geçmişti ki bizim ruşen yine yuvasından güneşe kafasını çıkarmış, vücudunda yer yer topraklar var, ama yine de çok hızlı. şimdi ne zaman bir insanın ayak sesini duysa hoop yuvanın içine. güven kalmadı tabi. en çok şerefsizin beni tanımayıp diğerlerinin sınıfına koymasına bozuluyorum:) oğuz mesela omzuna başımı koyup ağladığımda ağlamamı saçma bulmaz, küçümsemez, ama bunu herkese yapamam, yapmamam gerektiğini bildiğim bir dünyadayım, senin beni anlayacağını bilirim, bilmenin de keyfini sürerim şimdi ben. çay demlendi, hem gidip bir sigara içeyim, hem de çaylarımızı servis edeyim. sevgimle atze.

Ayça Yaşıt dedi ki...

Çello Çalan Kedi, nasıl anlatayım bilmiyorum. Seninle duygudaşlık kuruyorum bunları okudukça.

Benim de penceremin önündeki duvarda bir kertenkele yaşıyor. Güneş doğunca çıkarıyordu başını. Kediler yakalamaya çalışıyor, duvardaki oyuklara patilerini omuzlarına kadar sokuyorlardı. Zıpır kertenkele, oradan girip şuradan çıkıyor, kedilerin başlarını döndüre döndüre onuyordu. Kediler yuvarlanıp bahçedeki çimlere düşüyorlar, karınlarını güneşe verip dinleniyorlardı.

Biliyorum, fare yapışkanlarına kapılmış kertenkelelerin kalp atışlarını. Kötü anılar bunlar.

Sevgiyle.

seneryocu2 dedi ki...

ahhhh,ahhhh!!! teknolojiyi çok geç yakaladığıma yandığımdandır çektiğim bu ah!!!

çocukluğum bir köyde geçti.öylesine kıraç,öylesine susuz,öylesine yoksul bir köy... bu köyün orta yerinde bir pınar(isteyenlere tarihi pınarın fotoğrafını gönderebilirim,çünkü o tekneloji bugün var ve ben de onu biliyorum!) pu pınardan kışları üç parmak ,yazları bir parmak kalınlığında bir su akar...köyün 850 insan nüfusu,3000 bin koyun keçi,1000 eşek öküz,inek nüfusu,buna binler ,onbinler ,yüzbinler ekleyin,serçesi,kerkenezi,akbabası,kartalı,şahini,ebabil kuşunu ve kırlangıçları...

kırlangıçlar!!! yaz kış sürekli akan pınarın oluşturduğu küçük göletin civarına konarlar,ağızlarına aldıkları çamurla,değme mimarlara taş çıkartacak evler kurarlar.yalnız bu kırlangıçların da belealısı serçelerdir.onlar yuvalarını kurduğu gün,serçeler gelir yuvayı işgal ederler..aralarında bir savaştır başlar...kırlangıçlar aynı yuvanın yanında bir ikinci yuva yapıncaya kadar sürer bu savaş.sonrasında dostluk hakim olur...

ne yazık ki o günlerde fotoğraf makinem olmadığından bunları kaydedemedim.... yıllar sonra büyüdüm,evlendim oğlum 7-8 yaşına geldi.salihlide evimizin balkonuna bir kırlangıç yuva kurmaya başladı.eşimde ve bende öyle bir sevinç ve mutluluk ki hiç sormayın!!!çocukluuğumuzu yeni baştan yaşıyoruz adeta...ha bu arada kızımız da 3-4 yaşlarındda .onlara da doğa,hayvan,kuş sevgisini aşılıyoruz.kırlangıcın ağzında getirdiği her minicik
çamuru diğerine ekleyişini ve evi bitirişini adım adım izledik...çok ama çok mutlu olduk ailecek...

zalim kader... bir gün balkona çıktım,yuvadan sarkan bir ince iplik ve o ipliğe her naslsa ta boynundan dolanmış ve boğulmuş kırlangıç dönüp durmakta.son nefesini de vermiş!!! kuş ölümlerine çok alışkın olan ben,üzülsem de üzüntümü belli etmeden öncelikle oğlumu,sonra eşimi ve kızımı çağırdım.oğluma kızmış gibi bağırarak ;söyle bakalım,neden idam ettin bu kuşçağızı,ne günahı vardı diye bağırdım:..''valla billa ben yapmadım baba dedi...
bende gülerek,tamam çocuğum şaka ,şaka dedim....

çello çalan kedi dedi ki...

Ali Bey, hoşgelmişsiniz. Hikaye çok acıklı bir noktada sonlanmış, açıkçası sizden pek beklediğim bir davranış ile de bitmemiş, ben kırlangıcı oğlunuzdan saklayacağınızı umarken siz sahneyi onu suçlayarak yaşatmışsınız, hay allah? Niye o şekilde yaptınız anlayamadım, anlamaya çalıştım ama olmadı. Dilerim bu anı oğlunuzun anımsadıkları arasında yerini almıyordur.
Sevgiler.

seneryocu2 dedi ki...

sevgili çello,yorumuna geçen gün uzun bir cevap yazdım.zaman zaman olan bilgisayar veya internet dünyasının azizliği yorumunuzu yayınlayın dediği ve benim düğmeye bastığım anda gerçekleşti.sonuç tıpkı şimdiki gibi gecenin geç bir saatinde onca emek verdiğim yazı güme gitti..neymiş efendim bir hata oluştu,yazınızı yayınlayamadık...

sevgili çello,olayın olduğu tarihte sizden çok gençtim bu bir.
erkek çocuk olarak yedi yaşından itibaren sapanla yüzlerce kuşu katlettim bu iki.burada benim suçum yok,beni öyle yönlendirdiler.

kırlangıcın ölüm sahnesi,o an bana doğal bir ölüm gibi geldi ve ben kuşların ölümüne çok tanık olduğum için belki de oğlumun da buna alışması gerektiğini düşünmüş olabilirim...
ancak bugün itibari ile bir komu kadın gelse,şu horozu adak yapacağım ,kesiver dese,üstüne bin lira da verse kesmem kesemem o başka.zamanla insanlar değişiyor,olgunlaşıyor...iyi yazılar,iyi okumalar!!!

çello çalan kedi dedi ki...

Sevgili Ali Bey, kaç gündür size açıklama için teşekkür edeceğim, olmuyor bir türlü. Şimdi uykusuzum da üstelik, başarı ile altından kalkamayacağım, o nedenle teşekkürümü edip kaçayım. Birazdan günün anlamına ilişkin bir kaç fotoğraf eklemeyi planlıyorum, neden uykusuz olduğumu anlayacaksınız. Sevgiler çok. Güler Hanım'a da sevgilerimi iletin lütfen.