22 Nisan 2011 Cuma

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da*


Geçen yıl Agustos ayında yaptığımız tatile bir günlük Bozcaada gezisini de sıkıştırmıştık, Bozcaada’da günümüzü Ayazma plajında Vahit’in yerinde geçirdik, Zühre ile işte orada tanıştım. Annesi şezlonglar arasına havlular koyuyor da gölgeye saklanıyor Zühre. Akşamüzeri güneş biraz etkisini kaybedince ortaya çıkıyor, etrafında Zühre’ye tav olanlar, sevenler, okşayanlar, Zühre tüm ilgi onun üzerinde olduğu için nasıl da mutlu.

Edirne’ye döndükten sonra şurada rastladım Zühre’ye. Meğer Edirne’de doğmuş Zühre, sonra da Nebahat Hanım’ın İstanbul’da yaşayan kızı sahiplenmiş, ara ara Edirne ziyaretleri de oluyor elbet. Ben Nebahat Hanım’ın Bozcada’da geçirdikleri tatil postunun altına şöyle bir mesaj bıraktım.

Hayat çok enteresan tesadüflerle dolu. O tarihlerde bir günlüğüne Bozcaada'da bulunduk, Vahit'in yerindeydik, sizi görmedim ama kızınız ve Zühre ile tanışmıştım. Zühre şahane bir köpek. Ayaküstü sevmiştik.


Kızınız muhtemelen anımsamaz beni. Zührenin fanları vardı zira etraflarında zaman zaman. Hem bunları söylemek hem de dünya küçük demek istemiştim. Sevgiler
 
Nebahat Hanım bana maille geri döndü, ofisinin adresini vermiş, iletişim bilgilerini de iletmiş, Zühre’nin fotoğraflarını da mailine eklemeyi unutmamış. Ben açıkçası bir gün bir demet çiçekle kapısını çalmayı çok istemiştim, kısmet olmadı.
Bugün Zühre’nin Edirne’de olduğunu haber vermiş ve görüşmek dilekleriyle mesajını bitirmiş.

Ben hala aynı şeyi düşünüyorum, Hayat çok enteresan, çok hoş sürprizlerle ve incelikli oyunlarla dolu.
Fırsat bulup geçen yaz tanıdığım zıbıdığı bu hafta sonu yeniden görmeyi çok istiyorum.



Çilek ve Şurup'un Hikayesi
  

İstanbul’da kısa bir süreliğine işyerim Kuzguncuk’taydı, her gün yol açısından zorlu bir maraton, bunu unutturan tek güzel şey öğle yemeklerinde sahilde geçirdiğimiz enfes dakikalar, bir öğlen oturduğumuz yere iki köpek geldi, ikisi de birbirinden güzel, isimleri Çilek ve Şurup. Şurup’un altgözkapağında bir beze var. Sahibesiyle de ayaküstü konuştuk, zar zor köpeklerden ayrılıp işe döndüm. Araya elbet zaman girdi. Kuzguncuk’taki işten ayrıldım, henüz bir işim yok, Oğuz beni Cihangir’de bir cafeye bırakıp Akyol Caddesinden işyerine döndü,
 güneş oturduğum koltuğa vuruyor, bir ara kitaptan kafamı kaldırdım, cafenin arka tarafındaki bahçeden sevimli bişey bana doğru geliyor, hemen tanıdım tabi, ayol Kuzguncuk’taki Şurup bu, Şurup! dedim, der demez kuyruk deli gibi sallanmaya başladı, ardından Çilek’de geldi yanımıza, biraz sonra sahibe geldi, "aa siz tanışıyor musunuz?" Ben tabi isimlerini filan söylüyorum ya, sahibe şaşırdı. “Kuzguncuk’tan tanıyorum kendilerini ve sizi” dedim ama ikimiz de şaşkınız, İstanbul kocaman bir kent ama işte bazen birbirimizi bulmak için bir o kadar küçük tıpkı dünya gibi…

* Dize Nazım Hikmet'in Tahir ile Zühre şiirinden.  

2 yorum:

Ayça Yaşıt dedi ki...

:) Bu harika Çello Çalan Kedi. Yazın da, Zühre, Çilek ve Şurup da çok sevimli.

Sevgiyle.

çello çalan kedi dedi ki...

Atzeee :) Şimdi bir sigara içtim bahçede, kahvemi aldım, masama oturdum, 2 gündür yanıt yacağacağım sözde sana, olmadı. Dün Oğuz istanbula kardeşini ve amcasını görmeye gitti, onun yokluğunda bütün evi sildim temizledim, tozları aldım, salonun şeklinde ufak değişiklikler bile yaptım, mutfak ve banyonun temizliğini yetiştiremedim, işlere yarın devam ederim dediğimde saat 23 sularıydı, bedenimin yorulmasını bazen seviyorum, bugün işe geldiğimde yaşasın dinleneceğim dedim. akşama eve giderken yılın ilk fesleğenini almayı istiyorum, mutfak ve banyo temizliğinden sonra sezonun ilk balkon keyfini yapmak için sabırsızlanıyorum, belki çamlıca'daki enişte de gelip yanıma oturur ve bana bakıp allah nazarlardan saklasın deyiverir. Bu enişte çok enteresan bir adam, sofu bir yanı var, kitabın henüz başlarındayım bir türlü fırsat bulup adam gibi okuyamadım. bakalım. belki yarın...