Söyledim mi bilmiyorum annemlerle karşılıklı dairelerde yaşadığımızı. Bu yakın yaşam formunda benim alanıma karşıdan fazlasıyla müdahale olur ve ben de tırnaklarımı çıkarıp sevdiklerimin canını yakarım diye düşünürken hiç korktuğum gibi olmadı bu komşuluk.
Gün içinde annemle telefonda konuşurken sırf laf olsun diye, kahvaltı yaptığımın da altını çizmek için, "erken kalkıp Oğuz'a ve kendime tost yaptım, hatta evden çıkmadan akşam için fasulye ısladım" demişsem, eve gittiğimde fasulyeleri pişirilmiş buluyorum. Çok acil yıkanması ve akşama kuruması gereken bir şey varsa sabah çıkmadan makineye atıyorum ve gün içinde "makinede çamaşırım var, asar mısın?" diyorum. Nasılsa annelerin yardım modu hep on.
Şu aralar Turgenyev'in "Babalar ve Oğullar" kitabını okuyorum. Turgenyev şimdilik bıdır bıdır anlatıyor, yo yo hiç sıkıcı değil, annemin balkonuna oturduğumuz ve havanın kararmasını beklediğimiz, -babamın sallanan koltuğu bana kalmış- yaşamın sıradan, basit sıkıntılarından fazlasının üzerimizde olmadığı bir akşamüzeri anneme Turgenyev'den bahsediyorum, annem can kulağı ile dinliyor beni ve Bazarov'u anlamaya çalışıyor. Zamanın çok çok dışında gibiyiz.
Bazen insan güzel haberler alıyor, çok güzel haberler. Abimin oğlu üniversite sınavında derece yapmış, tarih okumak istiyor, şimdilik derdimiz ODTÜ'de mi okusun, Boğaziçi'nde mi? İdealist bir yürek. Çağdaş'ın kumaşında sakinlik var, etrafından yalıtıp saklayabildiği heyecanları vardır mutlaka, ama öylesine duru ki bakışı, öyle yumuşak ve sakin, sütliman. Ben onun bu yılını, içinde olabileceği ortamları düşünüp yerimde duramazken, o hiç öyle değil. Çok yalın. Anlatmaya çalıştığım adam 17 yaşında ve bazen ben onun yanında daha acemi bile kalıyor olabilirim. Dün akşam Edirne'deki saray kazılarını yürüten arkeoloji grubuyla bir araya geldik, harika bir medresede konaklıyorlar, Çağdaş'ı Mustafa Hoca ile tanıştırdık ki belki akademik bilgisiyle Çağdaş'ın yönünü belirleyeceği şu günlerde ufkunu biraz olsun açabilir, belirsiz bulutları dağıtabilir, öyle de oldu. Medresenin şahane avlusundan, serin duvarlarından evimize gönlümüz çok hoş döndük.
Liseden bir arkadaşım var, Demirhan. Okula beraber gider gelirdik, babası asker olduğu için tayinleri çıkmıştı da aramıza kilometreler girmişti, zorlanmıştık. Sonra üniversite günleri aldı götürdü bizi. Koptuk. 20 sene sonra dün yeniden buluştuk, hiç mi değişmemişiz, hiç mi büyümemişiz yahu.. Ben çok korkuyorum aslında bu tip buluşmalardan, bıraktığın insan aynı insan değil, sen aynı değilsin, çok klasik durumlar, fikirlerin ayrışmış, farklılaşmışsın, beklentiler içindesin. Buluşsan bir türlü buluşmasan bir türlü.. Yo hiç öyle şeyler olmadı, öyleydi böyleydi derken zamanı yettiremedik, daha uzun görüşmenin hayalini kurduk, bir yirmi sene daha geçmemesini umarak vedalaştık... Böyle güzel insanlarla aynı şehirde yaşayamamak ne kötü. Güzel sofralar hazırlamak istediğim, masaya sığamadığımızı hayal ettiğim insanları Edirne'ye toplasak ne güzel olurdu...
Not: Annem, "Babalar ve Oğullar'ı" o kadar merakla dinliyor ki, sonunu anlatmayı hiç istemiyorum, anneler hiç kötü hikayeler dinlemesin, hep mutlu sonlu şeyleri duysunlar istiyorum..
1 Temmuz 2014 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
3 yorum:
Çellocu kardeş daha sık miyavlasan diyorum :)
Ve sevgiler yolluyorum...
Canım Leylak, ne güzel dilek bu:) egzersiz yapmam lazım, pas tutmuşum sanki, çabalayacağım. Sevgiler, öpücükler..
sevgili çello, ne güzel yazmışsın, gözümde canlandı sahneler, gündelik koşturmalar, balkonda anneyle yapılan sohbet, zamanın çok dışında bir yerlere gittim ben de okurken, yazdıklarında bana dokunan bir şeyler var, kendimden bir şeyler bulmam mı yoksa senin o duru ve etkileyici anlatımın mı sebebi bilmiyorum.
yine yaz, bak biz de annen gibi dinlemeye hazır bekliyoruz:) çok sevgiler.
Yorum Gönder