alt katıma taşınması çok fazla olmadı. ayaküstü konuşmalarla başlayıp kısa zamanda rakılı mezeli masalara uzanan, tanışma, tanıma, paylaşma oldu bizimkisi. yeni komşumun pek de sıradan olmayan bir hayatı vardı ve ilk öğrendiğimde vardiyasının gece oluşuna çok sevinmiştim, yalan yok. o gececiydi ve küt diye de söylemişti fahişeliğini ve ben istersem onun çalıştığı gecelerde salonumun orta yerinde, incecik topuklularımla sabaha kadar dansedebilirdim. özellikle de bir önceki komşularımın beni esir alan her sese hassas kulaklarını düşünürsem, gece yarısından sonra parmak uçlarımda yürümelerim ya da zorunlu halı üzeri sohbetlerim bitmişti. onun gecelerinde ise şaşalı, bol ışıklı hotel odaları vardı. anlaşıldığı üzre fiyatı yüksekti. zengin işadamlarıyla yaptığı alışverişin yorgunluk molalarında, üzerine geçirdiği tiril tiril sabahlığıyla, schiele’den ya da manet'nin fahişelerinden konuşurdu. bi bakıma entelektüeldi. fahişenin de entelektüeli olur mu dememeli, bal gibi oluyordu işte. geceyi birlikte geçirdiği adamın, ertesi gün öğle yemeğinde iş arkadaşlarına ondan öğrendiklerini nasıl da rahatlıkla saçabildiğini düşünürdüm. bilgiye ulaşmanın farklı ve zaman zaman kitaplardan geçmeyen yolları olduğu doğruydu. ama yine de temelinde “dokunmak” vardı, “çevirmek” vardı, bilginin sizi altüst etmesi vardı. yani alınan doz yine çok önemliydi...
onun taşınmasıyla karşı apartmanlarda yaşayanlar için artık pek hayat belirtisi taşımaz olmuştu bu ev. ve açılmayan perdeleriyle, penceresiyle, karanlığıyla ilgi çekiciydi. evime dönerken onun sokağa taşan ışığını gördüğümde, hiç çekinmeden zile basıyorum. gelenin ben olduğumu anlayarak karşılama zahmetine katlanmayan ama neyse ki içeriden “gelsene hazırlanıyorum” dediğini duyabildiğim ev sahibesi, dışarı çıkmak üzeredir ve o anlarda şık olma çabası içindedir, bilirim. ziyaretçisinin çok az olduğu bu ev. içerideki bu koku. sigara ve parfüm karışımı ağır kokunun hakim olduğu bu geniş ve beyaz salon... burada olmaya açıkçası bayılıyorum. son gelişimde masasının üzerinde gördüğüm bembeyaz kağıtlar, renk renk kalemler, çizime başlayabilecek kadar evine alışmış olduğunun haberini veriyordu. iyi haberdi. çizime olan ilgisiyle ilerleyen, yol alan modeliği de sözkonusuydu. sormadığım halde, yaptığı işler ve birlikte olduğu adamlar üzerine hikayeler anlatır anlatmasına da benimle değil sanki kendisiyle konuşur gibiydi. modelliğini de bir gün laf arasında “poz vermeyi seviyorum” diyerek geçiştirmişti. elini attığı her iş, kendisine giden karanlık geçitleri el yordamıyla yoklama, bulamama, bulma, aralama biçimleriydi. çok yönden bir ilerleme. atölyedeki paravanın ardına geçip soyunduğu, kendisi için hazırlanmış kanepenin üzerinde pozunu alıp iliklerine dek üşüdüğü günlerin sonunda evine dönüp bol limonlu ıhlamurunu içiyordu. yalnızlığını seviyordu bu kadın, biliyordum.
bu evde çalışma masasının hemen yanında asılı olan ve karşısında vakit geçirmekten keyif aldığım bir de pano var. çocukluk fotoğrafları asılmıştı üzerine. her geldiğimde hiç görmediğim bir fotoğrafın eklendiğini farkediyordum. pano başlı başına bir geçitti işte, bunu bir yerlere not etmiştim. bu gecenin en yeni çocukluk yüzünü arıyordum ki içerideki odaların birinden o geldi yanıma, siyah file çoraplarıyla, vazgeçemediği siyah eldivenleriyle, o an için ya çok fazla giyinmişti ya da fazlasıyla çıplaktı, çıkaramadım. keyfi yerinde, gözleri yine ışın ışın, yine masmavi, hafif şehla. elimdeki sigaraya uzanıp bir nefes aldı, sol elindeki kadehi uzattı, başımı salladım.
çalıştığı gecelerde, evden çıkmadan önce mutlaka bir kadeh içmeliydi. eğer içmezse, dediğine göre, göğüsleri ağırlaşır, büyür, kocaman olur, asla taşıyamaz, adım atması zor, dokunulması çok zor bir beden çıkardı ortaya. göğüs ikonlaşır, fiyatı artardı. rakı içtiğimiz uzun gecelerin birinde, en sonunda anlatmıştı da meme ucu hallerini, rahatlamıştım. anlatırken depresif kahkahalar fırlatmıştı. aldırışsızdı. bir çocuk canlandır demişti gözünün önünde, göğüslerini kapı aralarına yerleştirip inatla kapıyı kapamaya çalışan bir el düşün, bir yetişkinin elini, düşün hadi düşün, ele avuca sığmayan, kapı aralarına hiç sığmayan hallerimi. şimdi anlıyor musun? seninkilerden çok daha hassaslar. çocukluğuma dair tüm hatırladıklarım, kulak memesi değil, meme ucu kıvamındadırlar. kafam güzel değilse, boşuna uğraşmayın. dokunamazsınız...
1 yorum:
"çok güzel" demek isterdim ama içimden bunu bu kadar söyleyip bırakırsam hiç de bana yakışmayacakmış gibi hisler yükseliyor.
bir kadının bir kadını bir erkeğin bir erkeği anlatmasından daha çok severim ben, öyle hoşuma gider, daha naif, daha mayhoş bir kıskançlığı ezmişlik sezerim, kendini anlatmıyorsa tabii, kendini anlatan ayrı bir kulvar olur çünkü.
bilmiyorum neden, bu kadının saçlarından söz etmemişsin, halbuki saçlarıdır bir kadının çoğu zaman en önde olan uzvu, bilemedim ben onu ki hoşuma gitti, kesinlikle.
patilerine sağlık(mış)
Yorum Gönder