Balkonda bir masa, masaya serilmiş beyaz bir masa örtüsü, masanın üzerinde beyaz tabaklar, tabaklarda kıpkırmızı karpuz dilimleri, kiraz ve üzüm taneleri. Her birinin tadına kutsayarak bakıyorum. İşte bu masa, masadaki bu görsellik, kendimi nasıl mutlu hissediyorum, bilemezsin.
Bazen sabah serinliğinde gölgede kalan balkonlardan sokaklara sesler taşıveriyor. Çatal-bıçak sesleri, çay kaşığının çın çın yankılanışı, umarsız ve acele edilmeksizin yapılabilen kahvaltıların senfonisini ben ne zaman işitsem, böyle oluyorum. Kulaklarımdan içime ılık mı ılık bir sevinç yayılıyor. Tıpkı bir ayin gibi gölge balkonlarda, serin mekanlarda özene bezene hazırlanan kahvaltı masalarının sayısı daha çok, çatal - bıçak sesleri daha bir duyulur olsa. Yoldan geçen herhangi biri, masaya ve etrafa yayılan mahmur sohbetlere göz ucuyla tanık olup ertesi sabah sırf özendiği için taşıyıverse benzer bir masa ahengini hayatına, "çayını tazeleyeyim mi?" sorusu daha çok karışsa bir kuş kanadının çırpınışına, zaman durmuşçasına yapılsa o kahvaltı, tadına doyulmasa, birazdan başlayacak olan koşturma akıllara gelmeden bir yudum alınsa mis gibi çaydan, muhabbete kahkahalar daha çok karışsa, masadan hoş bir elektrik yayılsa ve daha bir anlayışlı davranılmaya başlansa insanlara, hiç farkında olmaksızın yan tarafta duran sardunyanın kuruyan yaprağı alınsa konulsa tabağın kenarına, bütün bunlar olup biterken şöyle bir anlığına duruverse yaşam denilen hummalı savaş, sanki diyorum -ve tüm bunları çok içten ve inanarak dillendiriyorum-, sanki daha güzel olmaz mıydı şu yuvarlak dünya...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder