19 Kasım 2009 Perşembe

Neden blog yazıyorum? [Mim]

Sevgili gevezem göndermiş bu tek soruluk mim yavrusunu, üzerinde hiç düşünmeden yanıtımı sunuyorum desem koca bir yalan, sen sakın inanma. İşte cevap…

“Bu şehre nasıl geldiğimi, nasıl içine işlediğimi, işlerken neler biriktirdiğimi, biriktirirken neler yitirdiğimi, yitirirken içten içe kendime, kendi özüme nasıl yaklaşıverdiğimi fark edemedim” dedim blog yazmaya başlamadan ve İstanbul’dan taşınmadan hemen önce. Farkedemediğim o süreç aslında farkındalıklar silsilesi ama beraberinde bir o kadar da unutulan özne, nesne, anı yığınını da barındırıyor kendi içinde. Gitmesini istediğim anılar dışında kalmasını istediklerim de harcandı.

Her insanın yaşamında milatlar var ve eminim bu milatların sayıları bir değil birden fazla. Herkes bu milat süreçlerini farklı olaylara kodluyor. İşte benim kodladığım ilk miladım Edirne’den İstanbul’a taşınmaksa bir diğeri –tersten yazılmış ve ancak aynada okunabilen bir yazı misali- İstanbul’dan Edirne’ye taşınmam olacaktı. Sular bu kez beni tersine sürüklüyordu ve tek başıma ayrıldığım bir kente iki kişi olarak savrulma sürecimi evet kelimenin tam anlamıyla unutmak istemiyordum. Bir gülüş, bir çizgi, bir emanet, bir sandalyenin sırtıma dokunuşu, bir bocalama, derin bir nefes alma, göz kırpma, gökyüzüne bakma… Hepsi benle kalsın istedim.

Nerede yaşadığımın belki önemi yok, nasıl yaşadığım önemli belki ama kent olgusu beni baştan aşağı etkiliyor, bunu biliyorum. Taşınma süreci; bir yazı serüveni ve aynadaki değişimleri izlemek için iyi bir giriş sahnesi gibi geldi gözüme. Oldukça sancılı geçen bu süreç içerisinde benden neler çıkar merak ettim ve öylece kollarımı sıvadım. Bugün geriye dönüp baktığımda şu postu yazmasaydım o gün içimde taşıdığım mutlu hindiyi bu kadar net anımsayabilir miydim bilmiyorum diyorum ve ve ve ve bu mim yavrusunu, yazılarında cesur olacağı günleri iple çeken Ateşe bakan kadın’ a veeee bu kadar Edirne demişken blog dünyasının bana getirdiği güzel insanlardan Lady’e gönderiyorum.

6 yorum:

mavi dedi ki...

merhaba, çok akıcı bir üslubun var. su gibi içiliyor yazdıkların :D

çello çalan kedi dedi ki...

zahir ve mavi, sayende gülümsedim, mutlu oldum, şımardım hatta. teşekkür ederim. bu arada tezin bir an önce bitsin ve biz de seni daha sıklıkla okyabilelim istiyorum.

gri kent sakini dedi ki...

'' bir sandalyenin sırtıma dokunuşu ''
şimdiden bi çok kez okumak istedim yazdıklarını ... Antoine Roquentin lere selam olsun ...

mavi dedi ki...

:D teşekkür ederim iyi dileklerin için...

geveze baykuş dedi ki...

"Nerede yaşadığımın belki önemi yok, nasıl yaşadığım önemli belki ama kent olgusu beni baştan aşağı etkiliyor, bunu biliyorum."

bunu ben de söylemek zorunda kalacağım bu gidişle. ama içindeki mesaj önemli, kulak ardı edilmemesi gereken cinsten.

beni kırmayıp yazdığın için ve daha önemlisi; blog yazdığın, biz okurlarını da hayatına dahil ettiğin için çok teşekkürler sevgili çello. seni dinlemek büyük zevk.

sevgiler...

... dedi ki...

Nekadar ilginç. Bu şehre nasıl geldiğimi... gibi bir cümleyle başlayıp dört yılda bana kattıklarını benden aldıklarını aldıklarını aldıklarını... alırken kopan parçalarımı sarma adına tatlı tatlı çizime başlama telaşımı, paylaşınca hafifler ümidiyle yazıya sarılışımı. Yok yok hafiflik değildi asıl amaç, unutmamaktı. Başa sarıp, geriye dönüp unutmamak. Ama bunda bile özgür olamadım. İki yıl ertelediğim, biraz daha sabır diye kurduğum cümleleri devam ettirmek zorunda kalıyor oluşum ''neden blog yazıyorsun?'' sorusunu '' neden blog yazamıyorsun?'' sorusuna dönüşmesiyle yıkılıverdim.
İçimdekilerimle patlamam değilmi serpilim? E ara sıra benim de çıtam düşüveriyor. Hoşgür nooolur. :)