Yeri geldiğinde dillendiririm, mutlu bir çocukluğum oldu benim. Mutlu çocukluğumun en mutsuz gününde dolmuşun içinde tek başıma otururken görürüm kendimi. Gök mavisi bir dolmuş. İçinde sessiz sessiz ağlarım. Şoförün dikizden bana bakıp bakmadığını anımsamam. Anımsadığım hafta sonu olduğu ve matematik dersi için okula gittiğim. Çok çocuklu bir ailede küçücük evlerde ranza kaçınılmazdır. Dönem dönem alt katında dönem dönem üst katında uyuduğum ranzanın o gün alt katında ikamet etmekteyim. Annemin başucumda “Şimşek” demesiyle gözlerimi açıyorum. Bana nasıl söyleyeceğini bilememiş ve sadece “Şimşek” demişti. Ve Şimşek’in gittiği annemin yüzünde o kadar belliydi ki. O ilk köpeğimdi. Sonra Fındık geldi. Şimdi fark ediyorum da isim verme konusunda yaratıcılıktan ne kadar uzakmışız.
Mutluluğumu hüzne bulayan ölümü mavi dolmuşa hapsedebilseydim keşke. Şimşek’in ardından çok geçmemişti ki karşı sokağımızda yaşayan Ahmet dede’yi uğurladık. Ahmet Dede o son gününde etrafında fır dönen insanların tüm yemek önerilerini reddetmiş, çorbaya kafa sallamış, yoğurdu elinin tersiyle itmiş, haşlanmış patatese sesini çıkarmamıştı. Fehime Nine ile yataklarını besbelli uzun yıllar önce ayırmışlardı. Günün birinde insanların yaşlandığını, yatakların ayrıldığını ve iki yatağın L şekli verilerek yerleştirildiğini o odada fark ettiğimi, O gün Ahmet Dede’nin odasına biz çocukların alınmadığını, arka odada türlü oyunlarla vakit geçirdiğimizi, konu komşunun eve doluştuğunu, bir yolunu bulup odaya girdiğimi ve odanın buram buram haşlanmış patates koktuğunu anımsıyorum. Ahmet Dede karabiber istemiş, isteği reddedilmemişti. Koku hafızası enteresandır. Bir yapıştı mı bırakmaz yakasını adamın. Tahmin edileceği üzere ne zaman patates haşlansa, dörde bölünse beyaz bir tabağın içinde ve üzerine karabiber serpilse Ahmet Dede’yi anarım.
Anılar kovanının dolu olması mı iyidir yoksa sonradan istenildiği gibi doldurulması mı? Bilemem. Bildiğim, naif denebilecek zayıf yanımın ağlarını benliğime sinsice o günlerde inşa ettiğidir. Kovanımı istesem de bunlardan arındıramam…
1 Şubat 2010 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
"...Yaşadıklarım, yazdıkça kimbilir nasıl bir şeye dönüşecek!Abartacağım, yalan söyleyeceğim, unuttuklarımı anımsıyormuş gibi yapacağım. Sonunda, hikayemi bir başkasıyaşamış gibi olacak. Kendimi, sözcüklerin arasında, cümlelerin içinde başka biri olarak bulacağım. Yalanlarımın peşinden sürükleneceğim.
Bir zamanlar çocuk olduğuma inanamıyorum. Büyüdüğüme de inanamıyorum. İşe giden, işten dönen, içine kapanık, sessiz adamı sokakta görsem tanımam. Siz tanır mısınız?
...
Bence her insan iki kişidir. Birincisi önden gidip yolu açar. Ama belki de kapatır; emin değilim. Öteki bazen irkilerek, korkuyla; bazen de umut ederek onun peşine takılır.
...Artık önümde biri yok;kimsenin peşinden gitmiyorum. Biz iki kişi, yıllarca birbirimize bakmaktan, birbirimizi anlamaya çalışmaktan yorulduk.
...
Meğer ne derin kuyuymuşum ben! Kova, kalbimin, beynimin taş duvarlarına çarpıp durdukça gümbürtüsünü duyuyorum; yankı büyüyor, gerçeği örtbas ediyor."
Tam bu satırları Hüsnü Arkan'dan üçüncü keredir okuyordum ki senin satırların geldi anılarının kuyusundan.
Sonra senin tütsülerinin kokusu ziyaretime geldi, senden beri mutlaka bir çeşidini sandal ağacı alırım tütsülerimin.
Bana da seninkine benzer bir anı hatırlattın. Babaannenmin vefatı. Evde gülsuyu ve Nivea Krem kokusu. Hala gül suyunun kokusundan bunalırım, kaçacak yer ararım. Koku hafızası zaman makinası gibi bir şeydir. Kötü tarafı istemediğin yerlere de götürür. Sormaz hiç...
Not:Yumoş Lavanta dan da kaçar oldum.
Yorum Gönder