22 Şubat 2010 Pazartesi

Ses boşlukta yayılır aslında

El ya da ses.
İkisi de oyun yüklü. İkisi de dokunabilir ve dokunduğu yerleri kolaylıkla uyarabilir. İkisi de kişiyi olduğu yerden alıp çok uzaklara taşıyabilir, hem beden dediğin nedir ki? Kilometrelerce yolculuk yapmasına gerek yok, başınıza hiç mi gelmedi? Telefonu açar açmaz karşınıza çıkan sesi hiç mi karıştırmadınız bir başkasıyla, duymak istediğiniz sesin sahibine hiç mi başka sesler yardımıyla yakın olmadınız ya da arkanızdan omzunuza bir el dokunduğunda kim olduğunu şıp diye anladığınız kişiler de mi çıkmadı?
Komik olmayın.

Başlangıçta; el var. Benim elim. Tanımak, temas kurmak, taşımak, tatmak, tutmak için var. Bir ele sahip olmak demek, çok şey demek benim için. Nelere dokunmuyor ki ellerim. Çoğu zaman çok şeye. Ama bir koşu banyoya gidip defalarca yıkıyorum ellerimi ve tertemiz ve mis kokarak, ama yine de, ille de onlarla dokunarak.

Gün içinde çok kez yıkıyor, yıkıyor çünkü gerekli gereksiz çok şeye uzanıyor elleri, bazen istekli bazen isteksiz. Yazları alnından, geceleri kalçalarından süzülen tere, sabahları gazetelere, emniyet kemerine, asansör düğmelerine, kapı zillerine. İçlerinden en çok kapı zillerini yakın buluyor kendisine, dokunuyor ve bekliyor. En çok da habersiz gittiği, açılması belirsiz kapıların zillerine uzun uzun dokunmaktan ve beklemekten zevk alıyor. Bu onun zevki. Önünde beklemediği, saatlerce beklese de açılmayacağına emin olduğu tek kapı kendi kapısı. Apartmanın girişinde anahtarlarını ararken basıyor isminin yazılı olduğu düğmeye. Evde kimse yok, evde yok. Kimse dediği kendisi, ama yok. Işıklar yanmıyor, dışarıdayım. Gerçekten dışarıda mıyım? Anahtarlarına dokunuyor, merdiven otomatiğine ve içeri girdiğinde kendine. Oysa kendisi dediği kişi hep evinde, kendisinin dışına bir kez olsun çıkabilir mi? İşin uzmanına danışıp sonra kapısına dayanıp ses tellerini aldırabilir mi? Karakteri haline dönüşen seslerinden sıkılabilir mi? Sıkıldığı şeylerden vazgeçebilir mi? Alışkanlığa dönüşmüş hayatını bir yılan gibi yaşayabilir mi?

Demek istiyorum ki, neden hiç kendi dışına çıkamaz kişi, kendi sesine hapsolur sevişirken bile...

3 yorum:

verbumnonfacta dedi ki...

dokunmak teyit etmek demektir. dokunulanın sadece el içi ya da parmak uçları tarafından değil bütün bir bedence onaylanmasıdır. bakmak yetmez emin olmak için dokunmak gerekir aksi takdirde kişi şüpheye düşer; acaba gerçekten gördüm mü yoksa sadece bir düş müydü?
-
hiç kendime zilime basıp kapımın açılmasını beklemedim. ama kendimi telefonumu aradığımı biliyorum. ya hep meşgul çalıyordu ya da açmıyordum. zaten kendime ne zaman işim düşse ortalıkta olmazdım.

Aylak Kedi dedi ki...

üstteki yorum da yazı kadar hoş.

bir de ben bugün anlamıştım en çok kendimi dinlediğimi, hatta kendimi bile avutuyordum "onu dinliyorum" diye, ve tabii o anda bile konuşarak kendimle içten içe.

hiç de kızmam kendime, kendimde boğuluyorum diye, halbuki serin sularda, okyanuslarda denizlerde boğulmak da var..

Unknown dedi ki...

bu yazını, hem yazın olarak, hem edebi anlamda hem de barındırdığı duygu olarak çok beğendim. Bence bir milat yaşyorsun bu döneminde.