5 Ekim 2010 Salı

Karenin güzelliği

Kimi sabah keşke daha erken uyansaydım da kahvaltı hazırlasaydım diyorum, bunu dedikten sonra cümlem şu şekilde devam ediyor. Yarın sabah erken uyanacağım. Uyanamıyorum tabi. Yine evden kahvaltısız çıkıyoruz. Oysa ıskalamadığım tek öğün o. İş yerinde yapılan kahvaltı çok yavan. Çok özelliksiz. Şöyle peynirin üzerine kıpkırmızı bir vişne topunu oturtamadıktan, reçelin yavaş yavaş akışını gözleyemedikten sonra, hıh... Kimi akşamlar kahvaltıya özlemi gidermek için kahvaltı sofraları hazır ediyoruz. Pazar sabahkilerden çok daha iştahlı geçiyor üstelik. Geçtiğimiz pazar Oğuz ile birlikte kahvaltı edemedik. Gelen telefonla evden çıkıp işi ile ilgilenmek zorunda kaldı. Apar topar çıktığı için ayaküstü bir bardak çay içebildi. Tam kapıdan çıkmak üzereydi, bir dilim ekmeği zorla eline tutuşturdum. İtiraz edemedi peynirli dilime. Tek başına yapılan kahvaltının da tadı yok. Hiç istekli değilim. Zorlayarak özensiz yaptım pazar kahvaltımı. Sonra da düşündüm, tek başına olanlar, yemeklerini tek başına yemek zorunda olanlar çok zayıf olmalı. İştah sanki ancak en az iki kişi olunca gelirmiş gibi. Sonra sonra idrak ettim, iştahımı kesen alışkanlıkların değişmesi, her şeyin olmasını istediğin gibi gerçekleşmemesi. Kimi insanlar evliliğin dezavantajı olarak alışkanlığı sıralıyor ilk başta. Oysa belki en başlıca avantajı bu, en azından benim için. Ve elbette entelektüel yalnızlıklar var. Korkak savaşçılar. Yok yok o konuya girmeyeceğim. Konuyu kare tosta getirmeye çalışıyorum aslında.

Panik atak bizim evimizi ilk ziyaret ettiğinde kalbim 147 atıyordu. Oğuz ekranda 147 sayısının ona göre uzun süre değişmediğini söyler. Ben titriyordum ve elbette ekranı göremiyordum. İlk atağı ve ondan sonraki birkaç tanesini savuşturduktan sonra yemek yiyemez oldum. Çünkü yediklerimin tıpkı bir pelikan gibi çenemin altında biriktiği düşüncesini savunuyordum. İlk bir ay böyle atlatıldıktan ve türlü testler yapılıp sorunun paniksel bir durum olduğu anlaşıldıktan sonra verilen ilaçlar sayesinde sadece uyumaya başladım. Ve tek besin kaynağı o günlerde kare tost oldu benim için. Şimdi detaya girip can sıkmaya hiç niyetim yok, geldi geçti gitti ve o günlerden bize kare tost kalıverdi. Oğuz misal azıcık iştahsız olduğumu, yemeklerden uzaklaştığımı sezinlese baş kurtarıcı olarak kare tosta sığınıveriyor.

Akşam üzeri annemle konuşuyoruz telefonda. "Patatesli bir şeyler yapıyorum, Oğuz sever, gel al istersen" diyor. Bugünki havanın kasvetinden bana taşan karamsarlıkla yok dedim. Oğuz belki bir patatese bir de kare tosta hayır demez, patatesi çok sevdiği, tostu en zor günlerimizin baş kurtarıcısı olarak gördüğü için. Bu akşamın yemeğini biz böyle atlattık. Daha sonra farkettim de yemek konusunda kimi zaman gereğinden fazla bencilim ve bu bencillik itiraf edilince de hafiflemiyor üstelik...

8 yorum:

Baby Jeans dedi ki...

evliliğin en güzel yanı alışkanlık mı? :)nasıl?

müziklerin muhteşem... yeni keşfettim blog'unu. merhaba!

not: güzel, ve uzuuun bir kahvaltının yerini hiçbir şey tutamaz ;)

çello çalan kedi dedi ki...

Baby Jeans ee hoşgeldin ;)

Evlilik konusu üzerine uzun yazılabilecek bir konu aslında. Keza alışkanlıklar konusu da. Hani kısaca kendimi ifade etmeden de geçemedim, bak nasıl hazırım aslında yazmaya:)

Ben yeniliğe belki bir yerde kapalıyımdır da alışkanlıklarıma bir o kadar bağlıyımdır, birlikte yaşadığım adamın bakışıyla ne anlatmak istediğinden tut da çayı kaç şekerli içer kısmına kadar yerli yersiz birçok şeyi bilmek isterim, tanıdıkça daha çok severim. evlilik her ne kadar rutin gibi görünse de aslında değil.

evlilikten fazlasıyla korkan bir arkadaşım var, özgürlüğünün elinden alınacağına inanıyor. üstelik erkek. hani erkekler hep biraz daha özgürdür ya bizim toplumumuzda, o bakımdan altını çizdim. neyse ona şunu sorarım, ne bekliyorsun hayattan? her akşam masanda dev bir pasta ve pastanın içinden hatunlar çıkacağına mı inanıyorsun? yaşam bana buymuş gibi gelir. eve gelirsin, müzik dinlersin, mevsimine göre meyve soyarsın, yersin içersin okursun izlersin...

çok şaşaalı bir yaşamı hayal etmediğim ve şu anki durgun ama aslında bir o kadar keyifli bir yaşamı sürdürdüğüm için belki ...

konu dağıldı.. toplayamam da şimdi. ama yine de alışkanlıklar iyidir. :)

sevgiler

Baby Jeans dedi ki...

çok güzel açıklamışsın :) arada bir gelip okusam iyi olur bu yorumunu aslında çünkü bazen bana da evlilik peri masalı gibi başlayıp sonrasında inanılmaz rutin ve sıkıcı ve insanların birbirlerinden bıkıp gene de birbirlerine bi şekilde mahkum kaldıkları biraz ürkülesi bir şeymiş gibi geliyor... :)

seneryocu2 dedi ki...

Sevgili Çello,

Panik atak konunuz hayli ilginç.
Merak ettiğim,arada bir tekrarlıyor mu? Ya da ne sıklıkta tekrarlıyor?
Çünkü benim de benzer olaylarım
var.
İlk olayım 1994 Ocak ayında.Emeklilik ikramiyemi almaya gittiğim Ankarada yeğenimin evinde gerçekleşti.Çok özenle hazırlanmış
bol teferruatlı(ayrıntılı mı deseydim acaba.ama arada bir unutulan kelimeleri kullanmakta bir mahsur yok) bir akşam yemeği.Tabağğımda dağ gibi görünen bir yemek...Birden bütün vücudumu saran bir sıcaklık ve yatıp uzanma isteği.Hemen bana uzanacak bir yer gösterin dedim...

Sofradakiler telaşlandı,siz yemeğe devam edin ben biraz sonra gelirim dedim.Yarım saat kadar uzandıktan sonra sofraya döndüm.Tabi isteksizce bir kaç lokma aldım.

Olay on sene sonra ,yine kalabalık bir dost ortamında Ayvalıkta gerçleşti.Yine kısa süre
uzanma ve sofraya dönme.Son altı senede üç kez daha gerçekleşti Ankara,Antalya ve Sökede.Hepsinde de mükellef sofralar ve yabancı bir ortam.Olaylar sıklaştı ancak uzanma süreleri beş dakikaya indi.
Çözümü sonunda buldum.Sofayı görünce ev sahibine nazikçe ,çok çeşitli yemekten korktuğumu,mümkünse sadece çorba içeceğimi söylüyorum.O zaman sorunu
sorun yaşamıyorum.

Kahvaltı özlemine gelince,emekli olmayı bekleyin.Emeklilikte her kahvaltı pazar kahvaltısı oluyor çünkü.Sofrada baldan kaymağa,iki üç çeşit peynir ve zeytin,yumurtalı ekmeğe kadar herşey hazır oluyor.İşin en güzel yanı da sabahın köründe değil,en erken saat on da yapılması...

Sevgili Çello,Ali Amca bloğu sen mi yazıyorsun ben mi deme sakın.Sevgilerimle....

çello çalan kedi dedi ki...

Baby Jeans :)) tabi tabi arada bir gelip elbette okuyabilirsin. Tabi bu arada en önemli faktörü atlamamak gerek. Doğru ve güzel insanı bulmak mesele. Dilerim her şey gönlünce, dilediğince gerçekleşir.

Ali Beeey, çok çok ama çok güldüm. Esprili bir mizacınız olduğunu biliyordum gerçi,ilahi, çok yaşayın siz. ben size diyorum bir günlük lazım yazmanız için, yok yok hiç şikayetçi değilim gelip burasını şenlendirdiğiniz için. sizden öğreneceğimiz çok şey olduğunu düşünüyorum sadece. Bilelim, dinleyelim, siz böyle kendinizle konuşur gibi yazın, okuyalım, dalıp gidelim, çok şey mi istiyorum...

Yaşadığınız sıkıntıyı tam çözemedim, panik atak hakkında söyleyebileceğim çok şey var ama, anlattığınız benim yaşadıklarıma pek benzemiyor. Tek korkunuz özenle hazırlanmış sofralar olsun o zaman ne diyeyim.

Güler Hanım'a sevgilerimi iletin lütfen.

seneryocu2 dedi ki...

Evlilik öyle bir şey ki........... Say ki sayısal loto.Büyük ikramiye çıkarsa ömür boyu mutlusun........Yok amorti çıkarsa yandın gitti.Tüm mesele doğru insanı bulmakta.Ben buldum
şüükürler olsun.Elbette en mükemmelini bulduğumu iddia edecek değilim.Çünkü hayatta ikinci bir evliliğim olmadı.İyi ki olmadı.Yoksa daha iyisini bulsaydım hep hayıflanacak,kötüsüne rastlasaydım
hep kaybettiğim güzellikleri arayacak ve yine hayıflanacaktım.
Tanrı bizi hayıflanmaktan korusun..

seneryocu2 dedi ki...

Sevgili Çello,benimki panik atak mı değil mi? Görüşünü merak ediyorum....Kısaca bir cümleyle de olsa...............

çello çalan kedi dedi ki...

Ali Bey, mükemmeli arayış insanın doğasında var ama mükemmel denilen kavram netliği iyi yapılmamış bir fotoğraf gibi, yakaladım sandığın netlik, durup baktığın yerden de sürekli değişiyor üstelik.

Siz şimdi sabah 10 larda Güler Hanım ile şahane kahvaltılar yaparken iyi ki arayış içerisinde olmamışsınız diyorum. Ne de olsa şu an hayıflanmıyorsunuz.

Bu arada Panik atak konusuna gelince, Panik atak kişiden kişiye farklılık gösteriyor, ben nefes alamamaktan ve yediklerimin boğazımda kalmasından korkuyorum, temelinde geçirdiğim yemek borusu operasyonu olduğunu biliyorum, benim 2 yaşında yaşadığım fiziksel acının travmasının 25 sene sonra hortladığını düşünüyorum. Panik atak esnasında en temel his ölüm korkusu. Yan kollardan nefes alamama, bayılma gibi korkular eşlik ediyor. Kalp çok hızlı atmaya başlıyor, terleme, nefes alamama ve biran önce hastaneye yetişme isteği. Sanki sadece hastanedeyken iyi olabilirim duygusu.

Bunlar her atak ile birlikte gelen sonra yavaş yavaş çekilen duygular. Yani atak tek başına fiziksel bir hal ile yaklaşmıyor yanınıza. Düşüncelerde bulanıklaşma ile de kendini hissettiriyor, yolun sonu hissiyle de. Misal asansöre binildiğinde oraya sıkışıp kalma korkusuyla da pıt diye ortaya çıkabiliyor.

Panik atak hastaları evhamlıdır. Belki okumuşsunuzdur buradan, hapşıramadığım için beyin kanaması geçirdiğimi düşünüp gecenin bir yarısı acile gitmişliğimiz var, işin kötüsü beyin kendini buna inandırıyor ve öyle belirtiler baş gösteriyor ki, beyin kanamasının belirtileri olduğuna daha fazla inanılıyor, sonra kolumda çıkan sinek ısırığı gibi minik kızarık için kendi kendime kankanseri teşhisi koymuşluğum ve kendimi heba etmişliğim var.

Kendini, fiziksel hallerini çok fazla dinlemek, kendi kendine teşhisler koymak bunlarla yaşamaya çalışmak gerçekten zor.

Çok konuştum. Kısaca ben sizin yaşadığınızın panik atak olduğunu düşünmüyorum. Ve elbette olmamasını da diliyorum.