Kim olduğunun çok önemi yok. Ama neticede bir kadın. Kırılgan. Naif. Sevecen. Hüzünbaz. Neşebaz. Yaşadıklarını o kadar derinden yaşıyor, o kadar derine iniyor ki, kendisi bile inanamıyor tüm bu yaşadıklarına. Hem yaşadıklarından aldığı kavramsal dersler de var. Bir aşkın peşine takılmış rüzgâr misali. Geride bıraktığı koskocaman bir boşluk, kıyısız açık bir deniz. Kime sarılacağını bilemeyen gözlerine bakıp kadının, yoluma devam ediyorum.
Akşam olmuş. Masamızı hazırlamışız. Yemek yiyoruz. Ama daha çok sohbet ediyoruz. Sohbet ve yemeğin bir nevi rolleri değişmiş. İzlediğimiz ve beğendiğimiz bir film ile ilgili olumsuz bir eleştiri okuduğumu ve eleştiride katıldığım noktaların bulunduğunu söylüyorum. Merakla soruyor. Ne demiş? Hangi kısımlarını eleştirmiş? Cevap veremiyorum ve “Kafam çok dolu şimdi, açıklayamam” cümlesiyle işin içinden sıyrılmayı istiyorum. Olmuyor. Okuduktan sonra hak verdiğim olumsuz eleştirilerin neler olduğunu geçici belleğimden silmiş gitmişim, tek anımsadığım okuduğuma katıldığım. İlgisi bir anda eleştirilen filmden kafamın doluluğuna kayıyor. Haklı. “Kafam dolu” demek yerine “göz ucuyla hatta hızlıca okumuşum, anımsayamadım şimdi” desem ya.
Bugünlerde kendime yasakladığım ardışık iki kelime var. Kafamı gerçekten toparlayamadığım anlarda cümlemi kuramayıp, konuştuğum kişiye karşı – ki çoğunlukla Oğuz- zaman kazanmak için “sen söyle” diyorum. Karşımdaki kişi beynimin içinde değil ki, nasıl söylesin. Bir nevi kekeleme halleri. Konuşma, konuşmaya çalışma, kendini konuşurken ifade edebilme bir yetenek. Ortalama sınırlardaki bu yeteneğimden zaman zaman bir miktar kaybeder gibi oluyorum ama korkmuyorum. Hiç konuşamasam bile beni anlayabilecek becerileri olan bir yol arkadaşım var. Şanslıyım.
15 Aralık 2009 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder