26 Ekim 2010 Salı

Ev Hali

Şimdi dedim ki, keşke şöyle küçük bir dükkanda olsaydım, kolları tombul bir kadın dikiş dikiyor olsaydı orada, etraf biraz loş olsaydı ama elindekileri aydınlatan bir lamba da olsaydı başucunda. Kadının burnunun hemen ucunda yakın gözlükleri. Önümüzde türk kahvelerimiz olsaydı yeni bitirdiğimiz. Bu dükkan çarşının içinde olabilirdi pekala, çanta tamircilerinin bulunduğu sokakta sözgelimi. Ben öyle orada oturduğum yerden tombul kadını izliyor olsaydım, hani konuşmak zorunda olmadan. Sessizliğimizi bir müşterinin ayak sesleri bozuyor olsaydı, geleni gören tombul kadının tombul kolları hemen arkasındaki rafta bekleyen poşete uzanıyor olsaydı, gelen kişi ne için geldiğinin hemen şak diye anlaşılmasına sevinip "borcum ne kadar?" diye sorsaydı, "borcum ne kadar?" sorusu bende yine bir mutluluk hissi yaratsaydı, bu dükkanın olmazsa olmazı bir kedi olsaydı elbette, hani oranın demirbaşı olmuş bir kedi değil de, oraya bağımlı olmayan, canı o gün orada olmak isteyen bir kedi... 

Hoş olurdu be...
Gün güzel bitmiş olurdu.
Ne tanıdığım bir terzi ne de öyle bir dükkan var. Benim böyle sakin bir yer arayışımın içinde günlerimin çok hızlı akıyor olması var. Ev çok şenlikli. Yo yo hiç şikayetçi değilim. Kalabalık bir ailede yetişmiş her birey gibi kendime nefes alabileceğim alanlar ve zamanlar yaratabiliyorum.

Dün akşam Oğuz " Tahminimden çok daha iyi kotarıyorsun bu süreci" dedi. Sürecin ilk evresi bizimkilerin bizim eve yerleşme telaşı oldu, tek kişilik bir yatak vardı noname odada, o yatağı gönderdik, çift kişilik bir yatak geldi, bizim yatakodamızda bulunan ikinci bir dolabı onlara tahsis ettik, sırf kendilerini biraz daha evlerinde, biraz daha o eve ait hissetsinler diye. Odalarını çok sevdiler. Demek istediğim bizim evimizde onlara ait bir oda, herşeyden önce onlara manevi olarak çok çok iyi geldi. Sonraki süreç malum ameliyat süreci ve hastane koşturmacası ki atlattık bitti, dün akşam eve gittiğimde Koray bize geliyordu, apartman girişinde karşılaştık, ellerimde ağır market poşetleri. Hadi yardım et diyerek poşetleri tutuşturdum eline, yukarı çıktık, Zeynep salonda ev ödevini yapıyordu, yengem mutfakta masayı hazırlıyordu, annem babama çorbasını içiriyordu. Evde bir yaşam var besbelli. Bu işte, çok çok keyifli.

Babam çorbasını içtikten sonra gittim yanıma, o ara Oğuz geldi. Hadi dedi babam, saçlarımı kesin benim. Oğuz için çok sık kullandığım tıraş makinesine 7 mm dişli takıp bir yandan ben bir yandan Oğuz iki koldan babamı tıraş ettik, bu duygu nasıl desem, çok çok heyecan vericiydi. Babamın yüzünde çocukça bir ifade.

Yemek sonrası kapı çaldı. Açtım baktım ki bizim süslü hani işyerinden arkadaşım, almış annesini, elinde bir tepsi zeytinli poğaça, nurten teyze pişirmiş, tadı şahane. Geçmiş olsuna geldiler. Oturduk, sohbetler ettik, babam aldı radyosunu, yürütecini kullanarak seke seke odasına gitti, biz kadınlar salonda, oğuz mutfakta sigara içiyor, pirinç elbette burnunu yatakodasından çıkarmış neler oluyor diye bakıyor...

Herkes gittikten sonra annem doğal olarak çok yorgun attı kendini yatağa, biraz onun ayaklarına masaj, sonra odamıza gittik. Fringe izliyoruz şu aralar.

İşte bizim evin halleri böyle bugünlerde. Çok bildik, çok tanıdık, yaşam kokulu...

6 yorum:

coraline dedi ki...

benim de tombul terzi olasim geldi,ohhh huzurlu huzurlu isimi yapiyorum sakin dukkanda

çello çalan kedi dedi ki...

coraline demek sen de özendin şimdi bu duruma. hay allah.

Nedendir bilmem bu tür bir yaşam bana sıkıntısız gelir, yaşam dertlerini kuşanır can sıkıntısı nedir bilmezler sanki.. Öyle olmasa bile ben öyle olduğunu hayal ederim.

Yaşam basit şekilde yaşanınca albenili geliyor sanki bana.

Kimbilir Coraline belki bir gün o sınırlara biz de yaklaşabiliriz hı? Ne dersin...

heidi dedi ki...

Çellom,

Baban için bir türlü yazamadım. Hep aklımda oysa. Acil şifalar diyorum. En kısa zamanda toparlamasını umud ediyorum.

Hayalin öyle güzel ki ben de öyle bir dükkana kaçmak/sığınmak istiyorum.

çello çalan kedi dedi ki...

Canım heidim,

sen yazmasan da ben biliyorum. İçin rahat olsun. Senin yaşamın mahir'le örülü şimdi. Değil yorum yazman okuyabiliyor olman bile bir mucize bana göre.

Mahir'i kokla benim için.
Kızları da öpüyorum.

Sevgimle.

springoss dedi ki...

Blog işlerinden pek anlamıyorum, ama bu blogu çok seviyorum...ilk blog ödülümü aldım ve bunu da çello çalan kedi ile paylaşmak istiyorum ;)

seneryocu2 dedi ki...

Tombul bayan terziler her nedense bende eski İstanbulun Rum terzilerini çağrıştırır.Ona da sanıyorum,Huysuz Virjin'in meşhur
''Katinanın elinde makası'' diye başlayan şarkısı neden oluyor...
Belki de eski Yeşilçam filmleri..
Ne içten,sımsacıcık sarnan ,okşayan,sevgiyi bölüştüren filmlerdi.Şimdiki gibi kağıt mendiller de yoktu.Gözyaşı bol filmlerin başlangıcında ,girişte :Lazım olur beybaba,hanımabla diyen ,bez mendil satan satıcılar vardı...
Şimdi belki size masal gelir....
İşte böyle çello,bir zamanlar sinamalarda toplu ağlanır,toplu gülünürdü.Oysa günümüzde,senin pazar günü yaptığın gibi,yatağında,koltuğunda,kıvrıl ,
dertop ol film izle,güldüğünü,ağladığını kimse görmesin.Bireyselleşiyoruz,dostlarımızın sayısı azalıyor....Günden güne tükeniyoruz.
Mutluluk simgesi terzi ,bana bunları düşündürdü.