Cumartesi gecesi dışarı çıkmayı istemeyen ben, eve zor girdim. Genelde böyle oluyor işte. İstemeye istemeye gittiğim her yerden zevkten kendimden geçer halde evimize dönüyorum. Tıpkı çocukken ev gezmesine giden annelerimizin "hadi siz kaynaşın" diyerek bizi bir odaya kapatıp paşa çaylarını içirmeye çalıştıkları günlerde büyüklerimize inat kaynaşmayıp, "sıkıldım ne zaman gidiceeeez" tripleri ile onların kahkahalı sohbetlerini bölüp günlerini zehir ederken ama tam da onlar kalkmaya hazırlanırken, yanında getirdikleri şıkıdım terlikleri çantalarına koymaya başlarken "hayııır biraz daha kalalım" haykırışları ortalığı inletmemiz gibi. Neticede ortama uyum sağlamam zaman alıyor.
Zehir saçan günlerimi o gece geride bırakmış oldum. Ama yine de Oğuz geveze'yi dinlemeyip yanımdan kaçıp gitmedi. Sabırla her şutumu kalesinde bekleyip panter gibi yakaladı. Yüzünde "ohh bir ayı daha geride bıraktık" ifadesi vardı ama çok üzerinde durmadım.
Dizi mahkumu olmak istemiyorum ama bu hafta sonu The Prisoner hem ellerimi hem ayaklarımı kelepçeledi. Ian mckellen muhteşemsin be güzel abim. Senin için her dakikam feda olsun, ellerinden öperim.
21 Aralık 2009 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
4 yorum:
yazınla alakasız ama bu bloğa bakmayı çok seviyorum . Niyemi ? Müzikleri yüzünden ne zaman girsem bi kaç şarkılık açık kalıyo . Özellikle panın labirentine ait müzklere bayılıyorum . Belirtmek istedim efendim , sağlıkcakla kalın
bursa'da lodos ve aşırı yağmur yüzünden ben the prisoner'ı izleyemedim.geçen hafta ilk bölümünü izlemiş ve bu diziyi mutlaka takip etmeliyim demiştim.neyse önüzmüzdeki haftalara bakacağız artık. :)))
ben zaten test olsun diye şeyettimdi... :)
hahahahahaha...
alemsin ya valla ne diyeyim.. sensiz olmayalım biz. hiç. öyle işte. sevgi ikonu olsa koyardım buraya nal kadar olanından. :P
Yorum Gönder