18 Mart 2010 Perşembe

Uykunun kolları tatlıdır

Zannediyorsun ki zaman senin arkadaşın. Ama değil. Ne kadar toy, ne kadar akılsızım bazı zamanlar. "altı saatlik uyku bana yeter, zaten ömür geçiyor, uyku da mı kaybedeceğiz bu değerli zamanı" diyerek atıp tuttuğum günler mevcut. Oysa uyku en zayıf yanım. Eğer yeteri kadar uyumazsam, yürüyen bir bombaya dönüşüyorum. Cansıkıntım pik yapıyor. Huysuz ve mızmız oluyorum. Yetmez gibi atak geçiriyorum. Ya pışpışlanması gereken bebek kıvamında oluyorum, ya da yanından hızla uzaklaşılıp kaçılası mahallenin delisi...

Uykuya olan bu zaafım, onsuz olduğum günlerdeki hırçınlığımı farketmemle başlıyor. Hoş, o hırçınlığı farketmemek için zaten kör olmak gerek. Tel tel olmuş sinir sistemim kuduz köpek gibi salyalarını akıta akıta sağa sola saldırıyor. Yurtta kaldığım günler var geçmişte. Uzun, geçmek bilmez yıllar silsilesi. O günleri neredeyse unuttum. Bir kaç anı var sakladığım o günlerden, hepsi bu. İşte o günlerde yatağımın başucuna astığım bir yazı var, bir nevi uyarı levhası. "5.5 şiddetinde deprem olsa dahi beni uyandırmayın, ben kendim uyanırım." Bu ne demek? Uyandırılmaktan nefret ediyorum demek. İstiyorum ki kimse beni dürtüklemesin, seslenmesin, uykunun kollarından zınk diye çekmesin. Bütün sigortalarım atmış başlıyorum güne. Başlamamış olayım istiyorum.

En az uykusuzluk kadar uykuya dalma anı da çok kıymetli bak. Uykuya daldıktan sonrası sorunsuz. İstediğin her sesi çıkarabilirsin. Ama ben dalmadan önce özellikle poşet sesi, sifon sesi, su sesi. Bunlar kritik sesler. O seslerden sonra, gözlerimden yaşlar akıtarak yanıma gelen uyku tazı gibi hızla koşarak uzaklaşıyor yanımdan. Yerine bir doz sinir meşalesi bırakıyor.

Gündüz uykuları apayrı bir konu. Biri bana "huzurlu bir hayal kur" dese, içine mutlaka uykuyu katarım. Yeni temizlenmiş derlenip toparlanmış mis gibi kokan evimde, çarşaflar değişmiş, mevsimlerden yaz, balkonun kapısı aralık kalmış, püfür püfür bir rüzgar esiyor dışarıda ama öğle sıcağı da bastırmış, temizlik sonrası duş almışım, bornozla filan uzanmışım yatağa, tiril tiril bir nevresim almışım üzerime, elimde kitabım, gözlerim okurken okurken içim geçmiş pıt diye, uykuya dalmak üzere olduğumu bile anlamamışım...

Birlikte bir evi paylaşmanın kolay olmadığını biliyorum. Herkesin kendine özel ritüelleri var. Zamanla, bir bir öğreniyor insan. Kurallara göre oynamasını başarabiliyor. Kuralları uygularken oldukça komik çözümler de üretiyor. Poşet ses çıkarmasın da Çello uyanmasın diye usulca o poşeti alıp balkona çıkıp orada hışırdatarak işini gören ous, sırf sifon ses çıkarmasın diye yarın öbür gün klozeti de balkona taşımaya kalkar mı? Merak ediyorum.

2 yorum:

verbumnonfacta dedi ki...

asla güzdüz uyumamalı insan. çünkü akıp giden hayatı ıskalamaktan kötüsü olamaz.
ve kim ne derse desin kulaklıkla müzük dinlemek de yasak olmalı. kaçırdığımız korna sesi de olsa, yaprağın çimene kavuşmasının sesi de ıskalamaya gelmez.

çello çalan kedi dedi ki...

vnf gündüz uykusu konusunda sana hak vermemek elde değil, benimkisi bir hayal, tatlı bir kaçamak, hergün ağzıma bir parmak bal çalmak istediğim bir kavanoz değil de şöyle yılda bir ödüllendirilesi bir şey... öyle..