14 Temmuz 2011 Perşembe

Organları yutan sokak

Gündelik ilişkilerin en tehlikeli sokaklarından birindeyim. Sakin, sevecen ve anlamaya çalışan yanımın boy göstermesini istiyorum bu sokaklarda. Hırçın, öfkeli birine dönüşmeye hiç niyetim yok. İstemiyorum ki içinde karmaşası olan birine dönüşmeyi. Karmaşam varsa da benim kendimle olsun. Kendimle kavga ederken mesela, bir karga havalandıysa kuru bir dalın üzerinden, o kavgayı karga sayesinde gülümseyerek sevebilirim. Uzlaşmacı yanımın karga ile işbirliği içinde olmasına ben pekala izin verebilirim.

Öyle hassas ki bu ilişkiler sokağı, sokakları da hiç tekin değil bazen. Yutkunup, sakin olmaya çalışarak yaşamalıyım burasını. Deneyeceğim.

Gerginlik anında, ne olduğunu anlamaya çalışarak yazdığım bir mektup havada asılı kalınca, cevaben bir "sus" bile denmediğinde, gerek görülmediğinde, "bekle" komutu verilmediğinde, karanlık ve sessiz bir kavga içine girildiğinde, çok yıpranıyorum. Bir çıt çıksa, dondurucuya konulmuş bir organ gibi olup sanki hasar görmeyeceğim. Şimdi iyiden iyiye yaralı bu organ desem ne değişecek? Hiç. Oysa ben sesli kavgaları severim. Sesli, gürül gürül, anlamaya ve anlaşılmaya yönelik olanlarına sempati duyarım.

Şimdi, sırtımı dönsem bir türlü, beklesem bir türlü... Ben en iyisi yine gökyüzüne bakadurayım. Ne varsa onda var nasılsa...

8 yorum:

heidi dedi ki...

Sus bile dememek hiç değer vermemiş olmak mıdır. Önensenmemiş, sevilmemiş.

Ben de sesli kavgaları seviyorum. Kapısı anlaşılmaya açılan tüm sesli kavgaları...

Ben de yazdım bir mektup. En elektroniğinden. Bir değil hatta birkaç mektup...Bekliyorum bekliyorum...

justine dedi ki...

Biliyor musun, ben kavgalarda kolay kolay bağırıp çağırmam, Çello. Sesli kavga etmem, edemem asla. Sevmem işin doğrusu, ama senin demek istediğin şeyi anlıyorum. Karşı taraftan bir ses gelmiyorsa, kapı, duvar derler ya, muhatabın işte aynı öyle oluyorsa, cehennem olur her yer, çok çok iyi bilirim. Asla ama asla, kırgın yatmak istemem yatağıma, sevdiğim biriyse tabii sorun yaşadığım kişi. Aksi durumda takmam zaten, o hâlleri hızla geçelim.

Ciddi bir kırgınlık yaşanmıştır, deli gibi kızgınımdır karşımdakine, derin bir nefes alırım önce, sonra düşünmeye başlarım. Onun sevdiğim yönlerini, benim haksız olduğum binlerce şeyi. Sonra bir bakarım, yumuşamışım, unutmuşum bile. Ben kolay affederim, kolay bağışlarım (bağışlanmak peki?), ama unutmak zor tabii. Onu da başarmaya çalışıyorum, uğraşıyorum. Bakalım.

Bir kavgayı karga sayesinde sevmek, bayıldım buna. Çok tanıdık ayrıca, çok anlaşılır.

Kolay gelsin canım, umarım hallolur her şey. Sırtını dönme sen yine de. Sevgiler.

çello çalan kedi dedi ki...

Canım Heidim, yazdığın elektronik mektupları bilemem ama Mahir'e yazdığın mektuba söylecek kelime bulamadım, elim yorum kısmına bile gidemedi. Yutkundum. Doğumgünü partileri ile ilgili hiç düşünmemişim böyle, farklı bir bakışı gelip gözümün önüne getirdin.

Böyle olmasını seviyorum biliyor musun? Birinin benim bakışıma bir parça zenginlik katmasından hoşnut oluyorum. İşte öyle zamanlarda çoğaldığımı hissediyorum, söylememe gerek yok, seni okumayı her daim seviyorum.

Bu arada geçen haftadan beri, İstanbul'dan döndüğümüzden bu yana yani, kendimi toplayamadım, 3 gündür gece 4lere kadar uyanıkım. Ama bu uyanıklık, istemdışı. Gözlerimden uyku akmasına rağmen, daldığım halde uykudan, sıçrıyorum, sonra dön sağa dön sola, Oğuz'u da uyutmuyorum, neredeyse nefes bile almıyor evin içinde, uyumamı kolaylaştırmak için. Bir süre sonra bu uyuyamama hali sinir harbine dönüşüyor. Bir görsen, ne okuyabiliyorum, ne izleyebilirim o sırada, zihnim öyle yorgun ki o anda. anlatamam. Geçen hafta atak geçirmiştim, üzerimden silkeleyemedim. İşte ben böyleyken, ne sana nasıl olup biraz toparlanabildin mi dedim, ne de sıdıka'nın halini hatrını sorabildim. Canım Sıdıka. Ona gerçekten üzüldüm Heidi. Dilerim senin üzüntün biraz olsun hafiflemiştir.

Ben cevap olarak üç noktaya bile razıyım aslında. Şimdi git desin, dostum bana, söz dinler, kuytu bir yerde beklerim. Öylesi bekleme güzeldir, sırf kırmamak için edilmemiş kelimelerin yokluğu daha çok kırıyor beni. işte o zaman gerçek anlamda önemsenmediğimi hissediyorum. Yo yo herkesin beni önemsemesi gibi bir talebim yok zaten. müşkül bir durum bu. Üzülüyorum.

çello çalan kedi dedi ki...

Jus, hemen bağırıp çağırma konusunu açıklığa kavuşturayım, sesli kavgalar sesin yüksekliğinden ziyade konuşulur, tartışılır olanlar. Benim üzüldüğüm, tartışılmayanlar oluyor. Anladın sen beni. Ayrıca, senden "ben bağırıp çağırırım" cümlesi duysam öylesine şaşırırdım ki, gözlerim pirinç'in gözleri gibi kocaman açılıverirdi :) Sen naif yanlarınla böyle çok hoş, nazik, fıstık gibi birisin yahu. :P

Şimdi şey konusunda çok benzeriz, yatağa huzursuz girememe, işyerinde bazen, gereksiz tartışmalar olduğunda, önce kendi içimde çözmeyi deniyorum, çözersem ne ala, çözemezsem karşımdakinden mutlak yardım istiyorum, böyle böyle büyürken, değer verdiğim insanları kaybetmemeyi de öğreniyorum.

Dilersen arada bir İzmir'e de sevinçle kavga sevdirici kargalardan gönderirim, ihtiyacın olduğunu söyle yeter ...
Sevgiler Jus.. Uğradığın için teşekkürler.

Not 1 : son yazdığın filmi izleyeceğim, merak ettim, adını bile anımsamıyorum ama ilgilendim gerçekten.
Not 2 : Suç ve Ceza'dan sonra elime Ferit Edgü'nün tüm öykülerinin toplandığı kitabı alacağım. Çok hevesliyim, sonra biraz da senin adın, sonra kardeşin sayesinde iskenderiye dörtlüsü'nü okumaya karar verdim, ve bir de karamazov kardeşler var, onu da okumamıştım, şimdi bu iki tercihin kaynağına baktığımda karşıma sen çıkıveriyorsun. Suç ve Ceza destekleyicisi nasıl peri ise, -o bilmez- bu iki kitapta da sen oluvereceksin sanki, bunlar bende sittin sene değişmiyor, ne zaman o kitabı elime alsam gelip destekleyici kişileri de anılar yuvamdan sökün ediyor. Ne garip yaratıklarız Jus. :)

Öpüyorum seni. Sımsıkı sarılarak.

Sezen dedi ki...

söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil

çello çalan kedi dedi ki...

Valla güzelim, senin söylediğin her şeyin benim bünyemde tesiri var biliyorsun, çoğu zaman, başım sıkışıp kalakaldığımda, sen olmasaydın, yaşam katlanılması çok zor bir hal alabilirdi hissiyle dolup taşıyorum.

sen gündüz rivotrilimsin yahu benim.

Ayça Yaşıt dedi ki...

Kimi çözüm istemez, anlamaya kapatır kendini, onunla yürümek olanaksıdır, niyeti o iletişim sokağından geçmek değildir. Çaresizce uzlaşmanın, yürüyüp orta yolu bulmanın mümkün olmadığını kabul etmeye çalışırız. Öfke yoktur, ama ne kolay öfke var sanılır. Tırnaklar çıkar, ses yüksek perde, kan damlayan sözcükler savrulur ne kolay. Yürümekse az enerji ve daha çok mesafedir oysa.

Canım Çello Çalan Kedi, öyle açık ki yazın, berrak, net, mutluluk duydum. İyi ki dünyadasın, olduğun yeri güzelleştirenlerdensin.

Sevgimle.

çello çalan kedi dedi ki...

Atze, şimdi kahvaltıdan kalktık, balkona çıktık, burası çoook sıcak, oğuz led zeppelin dinlemek istedi. müziği de açtım, huzurluyuz.

Bulunduğum yerden ayçiçek tarlaları görünüyor, uzağımızda değiller üstelik. İşte böyle bir manzaraya bakıp bir pazar dinlencesinin içindeyiz. Edirne'de yaşayanların çoğunlukla yazlıkları var, Saros çevresinde, sabah simit almaya çıktım, sokaklar bomboş, araba bile yok doğru dürüst yollarda, zorunlu olmadıkça kimsenin dışarı çıkmadığı bir mevsimdeyiz. Bu boş şehir, düşüncelerimi dinginleştiriyor. Bu güzel.

Seninle iletişimimizin geçip gittiği sokağı çok seviyorum Atze. Gösterişsiz ve beyaz badanalı evlerin gölgesinde serinliyorum. Senin peşinden gelen tüm hayvanları sorgusuz sualsiz seviyorum. Hep böyle kal Atze, yaşam dolu, pırıl pırıl.

Garip sevgimle:)