Herkesin var mıdır putlaştırmadan ve kendisini fanatik sınıfına koymadan sevebildiği yazarlar, vardır elbet. Onun yazdıkları sanki kendi yolunu ama aynı zamanda yolumuzu da bulmamız için bırakılmış ekmek parçaları gibi. Yaşadıklarının izdüşümleri, sağlaması ve ayna-kağıttan bize yansıyanlar bir nevi.
Bilge karasu ilkokul önlüğümün cebine sakladığım ve bitmesini hiç istemediğim rengarenk kuş lokumları gibi. Okuma serüvenimde çok geniş bir paragraf. Denizden babam çıksa yerim misali, kaleminden ne çıksa okurum, okumak isterim.
İşte yazdıklarını kuş lokumlarım gibi azar azar, özleyerek, tadımlık ve okul bahçesinde dolanırken ders zili çalana kadar yalnız geçirdiğim teneffüs anlarımdaki gibi tüketiyorum.
Entelektüel diyebileceğim ziyaretçilerinin olduğu bir kafede çalışırken bir müşteri elindeki Proust kitabını gösterip her yıl sadece bir Proust okuyorum demişti. Fazlası yok, ne onu okumadan geçirilen bir yıl, ne de ondan bir fazla kitap. Azar azar soluklanıp ciğerlerini dinlendire dinlendire okunanlardan olmak her yazara kısmet olmaz sanırım. O okur için Proust ne ise benim için Bilge Karasu o, en azından şimdilik. İlk kim tanıştırmış beni kendisiyle diye hafızamı zorladığımda üniversite yıllarımdan Zeyna çıkıyor karşıma, onun da çok severek okuduğunu iyi biliyorum, dili katman katman olan bu adamı anadilimden okuduğum için kendimi çok şanslı görüyorum.
Bilge karasu ilkokul önlüğümün cebine sakladığım ve bitmesini hiç istemediğim rengarenk kuş lokumları gibi. Okuma serüvenimde çok geniş bir paragraf. Denizden babam çıksa yerim misali, kaleminden ne çıksa okurum, okumak isterim.
İşte yazdıklarını kuş lokumlarım gibi azar azar, özleyerek, tadımlık ve okul bahçesinde dolanırken ders zili çalana kadar yalnız geçirdiğim teneffüs anlarımdaki gibi tüketiyorum.
Entelektüel diyebileceğim ziyaretçilerinin olduğu bir kafede çalışırken bir müşteri elindeki Proust kitabını gösterip her yıl sadece bir Proust okuyorum demişti. Fazlası yok, ne onu okumadan geçirilen bir yıl, ne de ondan bir fazla kitap. Azar azar soluklanıp ciğerlerini dinlendire dinlendire okunanlardan olmak her yazara kısmet olmaz sanırım. O okur için Proust ne ise benim için Bilge Karasu o, en azından şimdilik. İlk kim tanıştırmış beni kendisiyle diye hafızamı zorladığımda üniversite yıllarımdan Zeyna çıkıyor karşıma, onun da çok severek okuduğunu iyi biliyorum, dili katman katman olan bu adamı anadilimden okuduğum için kendimi çok şanslı görüyorum.
Anlatmak istediğim Bilge Karasu değildi aslında, konumuz Kılavuz. Bu kitap bir zamanlar kitaplığımızda vardı, kim bilir kim ödünç aldı da getirmedi demek, Aylak Kedi’nin okuduğunu ve evdekinin de kaybolduğunu fark edince sipariş listeme bu kitabı da eklemiştim. Şimdi şöyle rezil ama gerekli bir huyum var artık, verdiğim ve geri gelmeyen kitaplarımı yeniden toplamaya başladım, artık kitap vermiyorum yani akıllandım, verdiklerim ve geri gelmeyenler içinse bir nevi cüzdanımı cezalandırıyorum, oh olsun bana. Velhasıl Kılavuz geldi ama kaybolan kitap ile gelen kitap arasında fark var, kapak tasarımı. Şimdiki kitap üzerinde kedi ve baykuş’u görünce çok da mutlu oldum. Bir gün Geveze Baykuş ile telefonla konuşurken ve o bana yeni iş heyecanını anlatadururken biliyor musun dedim, Bilge Karasu’nun kitap kapağında sen ve ben varız. (Bir de yarasa var ama onu çıkaramadım) Tamam dedi, ilk fırsatta alıyorum, ilk görüşmemizde de değiş tokuş yaparız. Geveze o akşam almış kitabı. Kitap bitince benim gibi onun da kafası karışmış. Kılavuz’u anlatmaya çalışmak için önce onun evrenine geçiş yapmak gerek, başarabilir miyim bilmiyorum, Aylak kedim şurada anlatmaya çalışmış, Ben nasıl yapabilirim bilmiyorum.
İlk Bölüm bir yanıyla kurmaca ama diğer yanıyla değil. Uğur’un düşleri, düşle gerçek arasında görünmeyen köprüler, görünmeyen köprülerin rüzgarda sallanan görünen ışıkları, gerçeğin bilmecesi derken ilk bölüm bitiyor, geriliyorum. Uğur, ihsan, Yılmaz ve Mümtaz Bey ile tanışıyorum. Uğur ve İhsan yakınlaşıyor. Evin içindeki kedinin adını henüz bilmiyorum.
İkinci bölümde kartlar açılıyor. Düşünceler yavaş yavaş seriliyor ortaya. Ortada bir oyun var ama yine de tam çözemiyorum. Uğur günce tutuyor. Günceyi Mümtaz Bey ve İhsan ile paylaşıyor. Evdeki kedinin adı Gümüş.
Mümtaz Bey’in Uğur’un güncesine yorumu;
Gerçek bir günce yerine, yani olan bitenin o an için taşıdığı önemi beli edeceğin, unutulmaması için kaydedeceğin bir günce yerine, sanki sonraları yazacağın bir şeylere yarasın diye tutmuşsun bu notları... Erteleyen, ‘eşref saat’ bekleyen kişilerden misin acaba? Ne dersin?
Mümtaz Bey’in yorumu karşısında Uğur’un iç sesi;
Bu adamda tuhaf bir kafa var. Bir gözlemden yola çıkıyor, karşısındakinin temel bir özelliğine konuyor bir sıçrayışta. Bu falcılık her zaman başarılı oluyor mu bilemem ama şimdiye dek üç kez yaptı bu işi, üçünde de beni gürül gürül okudu.
İkinci bölümde kartlar açılıyor belki ama yığınla soruyu da beraberinde getiriyor.
İhsan ile Uğur küçük evde ne konuştular? Konuşulanlara dair üç küçük notu Uğur’un sakladığı yerden bulup kim okudu? Mümtaz Bey neden Uğur’a “ Bana neden bu kadar güveniyorsun?” sorusunu yöneltti? Uğur neden bu kadar değişmek istiyor? Kasette ne var? Yılmaz Bey’in sağ eline ne oldu?
Turunçlu’dan üç adım ötede, denizden üç metre yukarıda, yaşlıca, dimdik, alımlı bir kadının işlettiği küçük bir kahvede üçü, gülkurusu buzlucamdan ve yetmişbeş yıllık olan yayvan kupalardan dondurma yiyorlar ve turunçlu kurabiye ikram ediliyor gecenin sonuna doğru. Tam
İlk Bölüm bir yanıyla kurmaca ama diğer yanıyla değil. Uğur’un düşleri, düşle gerçek arasında görünmeyen köprüler, görünmeyen köprülerin rüzgarda sallanan görünen ışıkları, gerçeğin bilmecesi derken ilk bölüm bitiyor, geriliyorum. Uğur, ihsan, Yılmaz ve Mümtaz Bey ile tanışıyorum. Uğur ve İhsan yakınlaşıyor. Evin içindeki kedinin adını henüz bilmiyorum.
İkinci bölümde kartlar açılıyor. Düşünceler yavaş yavaş seriliyor ortaya. Ortada bir oyun var ama yine de tam çözemiyorum. Uğur günce tutuyor. Günceyi Mümtaz Bey ve İhsan ile paylaşıyor. Evdeki kedinin adı Gümüş.
Mümtaz Bey’in Uğur’un güncesine yorumu;
Gerçek bir günce yerine, yani olan bitenin o an için taşıdığı önemi beli edeceğin, unutulmaması için kaydedeceğin bir günce yerine, sanki sonraları yazacağın bir şeylere yarasın diye tutmuşsun bu notları... Erteleyen, ‘eşref saat’ bekleyen kişilerden misin acaba? Ne dersin?
Mümtaz Bey’in yorumu karşısında Uğur’un iç sesi;
Bu adamda tuhaf bir kafa var. Bir gözlemden yola çıkıyor, karşısındakinin temel bir özelliğine konuyor bir sıçrayışta. Bu falcılık her zaman başarılı oluyor mu bilemem ama şimdiye dek üç kez yaptı bu işi, üçünde de beni gürül gürül okudu.
İkinci bölümde kartlar açılıyor belki ama yığınla soruyu da beraberinde getiriyor.
İhsan ile Uğur küçük evde ne konuştular? Konuşulanlara dair üç küçük notu Uğur’un sakladığı yerden bulup kim okudu? Mümtaz Bey neden Uğur’a “ Bana neden bu kadar güveniyorsun?” sorusunu yöneltti? Uğur neden bu kadar değişmek istiyor? Kasette ne var? Yılmaz Bey’in sağ eline ne oldu?
Turunçlu’dan üç adım ötede, denizden üç metre yukarıda, yaşlıca, dimdik, alımlı bir kadının işlettiği küçük bir kahvede üçü, gülkurusu buzlucamdan ve yetmişbeş yıllık olan yayvan kupalardan dondurma yiyorlar ve turunçlu kurabiye ikram ediliyor gecenin sonuna doğru. Tam
burada en önemli soruyor İhsan ”İnsanların, mutlu oldukları için bu mutluluğun içindeyken canlarına kıydıkları olur mu?”
Yılmaz Bey çıktığı yolculuktan Uğur’a Goya’nın bir resmini hediye ediyor. El sueño de la razón produce monstruos. Türkçesi "Usun uykuya dalması canavarlar yaratır."
Yılmaz Bey çıktığı yolculuktan Uğur’a Goya’nın bir resmini hediye ediyor. El sueño de la razón produce monstruos. Türkçesi "Usun uykuya dalması canavarlar yaratır."
Üçüncü Bölüm final ama aslında değil, benim içimde bir yolculuğa çıkıyor. Evirip çevirmem için. Soru sormayı bırakıyorum. Nasılsa İhsan ile Yılmaz Bey’in arasındaki ciddi ilişkiyi çözemeyeceğim, Yılmaz Bey kapris mi yapıyor anlayamayacağım, İhsan yaraları sarıldığında ve toparladığında hangi araştırmanın içine dahil olacak bilemeyeceğim, bildiğim iki erkeğin ilişkisine, duygusallığına ilk kez bu kadar yakından baktığım…
Kırmızıya boyadığım satırlar ;
Kişilere, nesnelere, kendine bağlanırsın; bir gün bunlardan koparsın da. Gerekeni yapmadığını düşündüğünde haklısındır, değilsindir, bilinmez ama, o anda, kopmuşluğunu yaşıyorsundur belki. Kopmuşluk, ölüm de demektir. Bir ölümü yaşarken –ya da, beklerken- bağını öldürmen, duyacağın acıyı azaltmak istediğinden ileri geliyor da olabilir. Senin sözündü:’İkimizle ilişkili kararlarını kendi kendine veren bir sevgili karşısında,’ öyleydi, değil mi?, ‘çekilmekten başka çıkar yol bulamadım.’ Kırıldığın, gücendiğin için yaptığını sanmış olabilirsin bunu. Bana sorarsan kendini savunuyordun, daha çok acıyı daha çok duymamak için; sevgiyi kendi elinle azaltmağa, koparıp yolmağa kalkıyordun… Bir şeyleri silerek bir geçmişin yükünü yeğnileştirmek, azaltmak… O ölçüde kim bilir, geleceğini biraz olsun özgürleştirmek… Öyle kopuşlar güçtür, izi kalır; kopmağa kalkmak kendini de parçalamaktır. Bir yanıyla…(s. 48)
Arkadaşlıklarda, dostluklarda, sevgilerde karşısındakini ele geçirilecek bir ülke gibi görenler vardır. Tedirgin eder beni böyleleri.
Buna karşılık, karşısındakini tanımak isteyen, karşılıklılık gözeterek biribirilerini biribirilerine açan, veren insanların yakınlıkları, destek görmelidir; hiç değilse, benden…
Bir de pattadak çıkagelenler vardır, senden istediğini senin rızanla alan, seni kendine bağlamasını başaranlar vardır… Günün birinde geldikleri gibi giderler… Tabiî, bu durumda, ilk öbektekiler gibi davranmış olurlar: Yağma bitmiştir… Ya da sen onlara, kabul etmek istemedikleri bir ölçüde bağlandığın için. Yani ‘başkası yağmalanır ama ben, başkasının kullanabileceği bir toprak değilim,’ türünden bir tutum… Senden uzaklaşırken senin ne düşündüğünü hiç merak etmezler… (s. 88)
Kırmızıya boyadığım satırlar ;
Kişilere, nesnelere, kendine bağlanırsın; bir gün bunlardan koparsın da. Gerekeni yapmadığını düşündüğünde haklısındır, değilsindir, bilinmez ama, o anda, kopmuşluğunu yaşıyorsundur belki. Kopmuşluk, ölüm de demektir. Bir ölümü yaşarken –ya da, beklerken- bağını öldürmen, duyacağın acıyı azaltmak istediğinden ileri geliyor da olabilir. Senin sözündü:’İkimizle ilişkili kararlarını kendi kendine veren bir sevgili karşısında,’ öyleydi, değil mi?, ‘çekilmekten başka çıkar yol bulamadım.’ Kırıldığın, gücendiğin için yaptığını sanmış olabilirsin bunu. Bana sorarsan kendini savunuyordun, daha çok acıyı daha çok duymamak için; sevgiyi kendi elinle azaltmağa, koparıp yolmağa kalkıyordun… Bir şeyleri silerek bir geçmişin yükünü yeğnileştirmek, azaltmak… O ölçüde kim bilir, geleceğini biraz olsun özgürleştirmek… Öyle kopuşlar güçtür, izi kalır; kopmağa kalkmak kendini de parçalamaktır. Bir yanıyla…(s. 48)
Arkadaşlıklarda, dostluklarda, sevgilerde karşısındakini ele geçirilecek bir ülke gibi görenler vardır. Tedirgin eder beni böyleleri.
Buna karşılık, karşısındakini tanımak isteyen, karşılıklılık gözeterek biribirilerini biribirilerine açan, veren insanların yakınlıkları, destek görmelidir; hiç değilse, benden…
Bir de pattadak çıkagelenler vardır, senden istediğini senin rızanla alan, seni kendine bağlamasını başaranlar vardır… Günün birinde geldikleri gibi giderler… Tabiî, bu durumda, ilk öbektekiler gibi davranmış olurlar: Yağma bitmiştir… Ya da sen onlara, kabul etmek istemedikleri bir ölçüde bağlandığın için. Yani ‘başkası yağmalanır ama ben, başkasının kullanabileceği bir toprak değilim,’ türünden bir tutum… Senden uzaklaşırken senin ne düşündüğünü hiç merak etmezler… (s. 88)
6 yorum:
sabahları işe giderken ve akşam iş dönüşü okudum önce ve dedim ki; bilge karasu okuyorsun bu yolda, kesinlikle kaçırdığın detaylar var. tekrar başladım okumaya, haklıydım :) e yani, akıl var mantık var, çizgi roman değil ki bu, koskoca bilge karasu hem de kılavuz! velhasıl döne döne okuyorum sektirmeden detayları bi daha örmek için. sana da süprizim var ;)))
ah kedicim çok güzel olmuş bu yazı senin tabirinle patilerinden öpüyorum seni..
ilk olarak ikinci kapağı, neden bilmiyorum, ben beğenmedim. çok hareketli, çok açık seçik olmuş. ben şimdi bendeki klavuza bakıyorum içinden beklenmedik şeyler çıkartmaya hazır bakıyor sanki, sanki öyle yani..
ikincisi iki erkeğin duygusallığı. kendi yazımda da söylemiştim zaman zaman uğur gerçekten Bilge Karasu mu diye düşünüyorum bazen, odur heralde diyorum sonra, olmaması için bir sebep yok, taşlar yerine uyuyor.. (migrenli kafamla ne yazdığımı bilmiyor da olabilirim :)) o zaman daha da derinleşiyor o sevgi, daha masum görünüyor sonra. D. şey demişti, daha önce okumadın mı böyle birşey, okumadım, ondan belki de..
ben hala okuyamadığım "ne kitapsız ne kedisiz"i koydum sıraya bir de "kısmet büfesi" bakalım..
prost konusunda da haklıymış müşterin kedicim, valla okunmaz iki prost delirmemişse insan eğer söylemeden geçemedim :)...
baykuşum, sürprizin ne olduğunu merak etmiyorum dersem yalan söylemiş olurum, çatlayacağım yahu :) kedileri merak öldürür derler bilmiyor musun?
aylak kedim, aslında değişen kitap kapaklarına karşı ben de senin gibi yaklaşırım, sanki eskisi daha iyi gelir, aslında baykuş ile tanışmamış, kedi olup bir günce tutmaya çalışmıyor olsaydım senin gibi düşünürdüm, ama bu kitap senin önayak olmanla, kapağında baykuşu görmemle değişik bir anlam kazandı, goya'nın gravürünü daha önce görmemiştim, onu da görünce tüm hislerim perçinlendi. hal böyle olunca, üzerinde seni, baykuşu, bilge karasu'yu taşıyan bir anlamlar deposu ile kitap benim içimde geldi başka br yere oturdu.
dilerim bilge karasu'nun diğer okumalarından da keyif alırsın, ben dönem dönem okuduklarımı böyle yeniden okur, yeniden yeniden başka anlamlar deryasında yüzer bulurum kendimi.
emeğine sağlık çok güzel bir yazı olmuş.. daha önce bilge karasu okumamıştım hiç ama kırmızıya boyadığın satırlar yazarı keşfetme isteği uyandırdı bende.. ilk fırsatta....
-ben de kimseye (çok ama çooookk güvendiklerim hariç) kitap vermem, aldığım kitabı da geri vermem :D
peki bu kitabın adı niye kılavuz?
soru, öğrenme amacıyla mı soruldu emin olamadım nedense.
kitapta yanılmıyorsam ihsan pijamaya takılan bel lastiği ve ucundaki adına kılavuz denilen çengelli iğneden bahsediyordu bir bilinçlenme anında. Ben oradan geldiğini düşünüyorum. yanılıyor da olabilirim tabi.
Yorum Gönder