25 Haziran 2011 Cumartesi

Gıd Gıd...

Hiç öyle çalışılası bir gün değil, çıksak da şurdan, bir yerlerde bira içsek, serin serin. Dark birayı seviyorum. Durgun gibi görünen, aktığı dikkatlice bakıldığında anlaşılan nehrin hemen yanında, yamacında, sakin...

Bugün Edirne'ye yağmur geleceği söylentisi var. Yağmur burada konuşulacak bir konu, yağmaya başlamadan önce bekleniyor, sonra beklenen yağmur geldiğinde, "yağmur mu o?" sorusu atılıyor ortaya, sanki haberleri yokmuş gibi, aniden gelip bastırmış gibi, yağmur konuşulması gereken bir konu insanlar arasında. Özellikle bugünlerde.

Sabah işe geldiğimde herkesin dilinde yangın var. Ne yangını? Haberim yok. Herkes görmüş, simsiyah dumanlar kaplamış gökyüzünü, tarif edilen yer bizim evin balkonundan bakıldığında görülebilecek bir noktada oysa ki, buğday tarlalarından biri, yaklaşık yüz dönüm. Yazık. Çiftçi bir yıl boyunca bir gökyüzüne, bir toprağa bakıyor, gözü gibi, gözünden de özenli. Şarapçıların işiymiş, istemdışı. Sigara içmiş olmalılar. Gerçekten yazık. Yangın saatlerinde ben, annemi uğurluyordum, yangına biraz uzak bir mesafeden, gözlerim yola dönük, gökyüzüne değil.

Bu sabah kitap siparişlerimi verdim. Nicedir okumak istediğim Suç ve Ceza, sonra Fante'nin "Toza Sor" ve Ferit Edgü'nün "Leş" kitapları önceliğim, yazın okunacakları sahne almaya hazır. Annem ve arkadaşları Amasya'da öğle yemeği yemişler, Samsun'a yaklaşıyorlarmış. Oysa yolculukta hiç uyuyamaz, uyumamış da, ama neşesi yerinde. İnsanın çıkmak istediği yolculuklar olması ne hoş.

Bugün işte ben böyle kendi çöplüğümde eşeleniyorum. Gıd gıd, gıd gıd...

Hiç yorum yok: