19 Haziran 2011 Pazar

Pazar Alıntısı

Dördüncü Masal - Korkusuz Kirpiye Övgü'den bir bölüm (Sayfa 63)
Göçmüş Kediler Bahçesi - Bilge Karasu

Yola düştüğümde dayanamadım. Bir daha ne zaman bulurdum bu fırsatı? Nitekim, sonradan anladım, gezinin böylesinin tadı çıkıyor. Bir yanda, bıraktıklarının acısı var içinde; öte yanda, yanlarına dönmek gerekliğini için burula burula duyduğun kirpiler var. Hepsinin ötesinde ise, yol, enginlik, dünya... Vaktini harcamıyorsun, her anını doldurmağa bakıyorsun, bir yandan da, dolaşık yollardan da olsa, evine dönüyorsun... Neyse, fırsat diyordum... Anamla babamı bir daha göremeyeceğimi biliyordum artık. Onlarda kaldığım üç gün üç gece, korkudan uyuyamamıştım, çıkıp biraz olsun hava alamamıştım. Dışarısı dünyanın en tehlikeli yeri olmuştu. Kedilerden, köpeklerden, belki de, belki değil, muhakkak, insanlardan biri, günün birinde onların farkına varacak, onları yakalayıp parçalayacak. Ya yiyecek, ya da toprakların içine atıp evden aldıracak. Bunlar olmasa bile, bu korku içinde yaşaya yaşaya, yorgun yürekleri duruverecek. Onları sağ bulamazdım, bir daha gitmeğe kalksam da...

Biraz dolanmadan eve dönmemeğe karar verdim. Zaten yola çıktığım gece, yani yuvamdan çıktığım gece, arkadaki arsalara vuracağıma, öndeki caddeye çıkmıştım. Yolumu böylelikle, bir yarım gece kadar uzatmıştım. Ay doğmadan anamın yuvasına varmam gerekirken, gün ışırken varmıştım da gözlerimden doğru yüreğime ağrılar saplanmağa başlamıştı. Anamın yuvasının yakınlarında ne büyük tehlikeler atlattığımın farkında değildim ama onlar, yürekleri ağızlarına gelerek, sevdiler beni, ağlaştılar durdular. İnsanlar vardı yolda, bir görünüp bir yiten arabalar vardı, gözlerimi kamaştırıp aklımı başımdan alan ışıklar, gürültüler vardı. Epey dolaştımdı bu caddede; sonunda, buranın bana göre olmadığını anladığım için, gene ağaçların, çalıların, çitlerin dibinden gittimdi annemlere. Ama aynı yoldan, hele aynı caddeden dönmek istemedim. Hem o büyük caddeden ürktüğüm için, hem de başka yerler görmek istediğim için. Ancak, tehlike gerçekten nerededir, kirpi bilemiyor. Olduğunu sandığın yerde başına bir şey gekmiyor da, anamın yuvası diye gittiğin yerin dolayları, kirpileri öldürmek için sıra bekleyen yaratıklarla kaynıyor. Başka sokaklardan gidecek, düşmanlarımın hepsini  teker teker görüp tanıyacaktım. Saldırır, öldürürlerse, dönemezdim aranıza. Siz de artık başınızın çaresine bakardınız. Tehlikenin üstüne üstüne gidecek değildim, tabii... Sakınacaktım. Yalnız, ölümle karşılaştığım yerde kendimi savunacak, gerekirse, çarpışacaktım.

Biz kirpiler için bu dünyada yaşamak pek güç. Başkaları için çok daha kolay olsa gerek. Köpeklerin, kedilerin bundan yana bir sıkıntıları yoktur ki! Kim saldırabilir onlara? Kimden kaçamazlar ki! Neyse, gene de bilemeyiz biz kirpiler böyle şeyleri...

Ne yalan söyleyeyim? Dedemin anlattığı masalların birinde "deniz" diye bir şey vardı. Su gibi bir şeymiş, karaların bittiği yerde başlarmış. Dünyanın ucuymuş. Dedem de görmemişti ya, dedesinden, dedesinin dedesinden kalma masallardan bilirmiş o da. Hani dedim, gider gider de bu dünyanın ucuna varır denizi görür müydüm? Çılgınlıktı bu tabii. Kimsenin görmediği şeyi ben nereden görecektim. Hem buralarda olsa, gezgincilerden işitilirdi. Çılgınlık ya, umut bu... Tabii, öyle bir şeye rastlamadım. Rastlamağı düşünmekten de vazgeçtim. Ben de torunlarıma anlatırım dedemden işittiğimi söyleyerek. Ola ki onlardan biri, onların torunlarından biri, göre onu, günün birinde, oralara ulaşa. Bilinmez...

Neyse uzatmayayım. Arabalar bir görünüp bir yitiyordu dedim ya... Onlara yaklaşmaktan sakınmalı, onu anladım. Onlara karşı hiçbir şey yapılamaz. Arabaların az olduğu sokaklardan gittim. Bir duvarın dibinde üç insan beni köşeye sıkıştırdı. Dikenliyim ben de, bütün kirpiler gibi. Tortop oldum, dikenlerimi kabarttım. Bu insanlar çok mu iriydi ne, dikenlerimden çekinmediler. Bir sopa ile sırt üstü devirdiler beni, kaçtım, gene aynı şeyi yaptılar. Ağızları küçük onların, hem de pek yukarılarda kalıyor. Beni nasıl yiyeceklerdi, anlayamadım. Anamın anlattıkları geldi aklıma. Parçalayıp bırakırlar mıydı? Üç kişiydiler hem. Koca koca üç gövde benim neyimle doyardı? Ya yemeğe kalkarlar ama kendi aralarında kavga ederler, ben de o sırada kaçarım dedim, ya da öldürür bırakırlar. O zaman da bu iş biter... Ama durup durup dürtüyorlardı beni. Başka bir şey yapmıyorlardı. Dikenlerim belki de bir işe yarıyor gene de, diye düşünmeğe başladım. Şaşırdım kaldım. Sonra bir takım bağrışmalar oldu. Beni sıkıştıranlar uzaklaştı. Adamın biri vardı karşımda, o bağırmıştı anlaşılan. Öbürleri korkmuş olacak ki kaçtılar. "Tamam," diye düşündüm, "bu yiyecek beni." Onlar kavga etsin diye bekliyordum, bir başkası çıkmıştı ortaya. Hem bunun ağzı bana çok daha yakındı. Sırtüstü çevirip bırakmıştı beni ötekiler. Debeleniyordum. Ölü gibi yatsam adam beni yemekten vazgeçer miydi ki? Bunlar diri mi yiyorlar, ölü mü yiyorlar, nasıl bileyim? Hem yalnız öldürüp bırakanlardansa bu da... Öbürlerini kaçırdığına göre, çok güçlü olmalıydı bu adam. Bekledim. Yüreğim ağzımda. Yerinden kımıldamadı. Ansızın atılacaktı üzerime, besbelli, hız alıyor, hazırlanıyordu. Can korkusuyla kendimi yana attım, yuvarlandım, kaçtım.

Neden sonra durdum, düşündüm. Bu adam bana hemen saldırmamıştı ya, yiyemeyeceğinden değil. O halde kirpi sevmiyordu. Kirpi sevmediği için de öbürlerinin beni yemesini istememişti. Hani ben, öldürseler solucan yemem, size de yedirmem ya, onun gibi...

Daha sonra, çok dolaştım ama insanlardan kaçtım doğrusu. Onların hepsi kirpileri öldürmüyor, burası anlaşıldı. Kirpi sevmeyeni de var aralarında. Diyeceğim, kirpi düşmanı değiller hepsi. Ama hangisi öyle, hangisi değil, nasıl kestirilir?

Dikenliyim, yaradılışım öyle. Yanıma yaklaşıldı mı tortop olurum. Bu yanıma yaklaşanlar, ister köpek, ister kedi, ister insan olsun... Bir kez, insanlara akıl erdiremiyorum. Cırnakları gözükmüyor, yok belki de. Sonra öbürlerinden çok daha ağır kanlılar. Ama bu yüzden de ne yapacaklarını hiç mi hiç kestiremiyor, apışıp kalıyorum karşılarında. Onların başka yerlerinde bir gücü, bir savutu, ya da bir dikenleri var ama ben yerini çıkaramadım... Yanıma yaklaşılınca tortop olur, dikenlerimi kabartırım diyebiliyorum ancak; tek bildiğim, kesinlikle bildiğim, bu. Biz kirpiler böyleyiz. Böyle doğar, böyle ölürüz. Ömrümüz uzun olursa, öğrene öğrene, dikenlerimizi kabartmakta gecikmemeği öğreniyoruz galiba. Dikenleri kabartmadan beklemek gerektiğini, gelenin dost mu düşman mı olduğunu anlamadan dikenlerini kabartmanın eski kafalılık sayılması gerektiğini söyleyen bir komşumuz vardı burada, unutmamışsınızdır. Ben de inanmağa başlamıştım dediklerine. İşin tuhafı inanıyorum da hala. Geçen kışın başında o canavarın dişleri arasından sarkan kanlı ölüsü, düşüncesinin yanlışlığını göstermez bana kalırsa. Dikenlerini çıkarmakta gereğinden çok gecikmiş olabilir, vaktini iyi ayarlamamış olabilir; hem canavar, zaten biliyorsunuz, tanıdığımız yaratıkların hiçbirine benzemiyordu, dışarıdan gelmiş olacak, çünkü bir daha görmedik, ne onu, ne benzerini... O canavar diyordum, bildiğimiz her türlü düşmandan daha kurnaz, ya da daha yırtıcıydı belki. Hazır durmalıyız biz kirpiler, ama bu komşumuzun sözlerine de kulak vermeli, bütün dünyayı düşmanımız bellemekten vazgeçmeliyiz artık. Dostlarımız var mı, bilmiyoruz. Niye? Merak bile etmedik de ondan. Kim yaklaştıysa yanımıza... Söyledim zaten... Bu önemli soruya karşılık verecek durumda değilim şu anda. Ama bildiğim bir şey var: Korkumuzu azaltmalıyız. Azaltmak için de dolaşıp gezmeli, gerçek tehlikelerle karşılaşıp bu tehlikelerden kurtulmanın yolunu bulmalıyız. Yola çıkarken, yalnız düşmanla karşılaşacağımı düşünüyordum, dostlar da çıktı karşıma. Dostu tanımak için gerekli vakti her zaman bulabilir miyiz? Ben de biliyorum: Yok o kadar vaktimiz. Ama bir sokak boyunca gittik bir köpekle. Önce geldi kokladı, dikenlerim burnuna battı. Durdu. Başımı uzattım, baktım. Saldırmadı. Yürüdüm, yürüdü. Sonra koştu, gelmemi bekledi. Aynı şeyi bir kedi ile yaptık sonra. Onunla yarım sokak boyunca gittik. Diyeceğim, ille de saldırmaları diye bir şey yok. Düşmanlara meydan okuyarak çıktığım yolda, arkadaş da bulunabileceğini öğrendim. Bütün iş vaktin ayarlanması...

2 yorum:

pelinpembesi dedi ki...

bu bölümü ben de çok seviyorum, tekrar zevk alarak okudum..teşekkürler...

çello çalan kedi dedi ki...

buket:) ne güzel.. aslında bölümle ilgili çok şey söylemek istiyorum ama nedense dilimi bişey tutuyor. neyse ben bu adamı zaten çok seviyorum. kitabı yeniden okuyorum. karasu okuyanları çok seviyorum:)